7 Şubat 2010 Pazar

SULTAN GALİYEV

SULTAN GALİYEV

Yrd.Doç.Dr. Saadettin Gömeç


Daha evvelce Turar Rıskulov hakkında bilgi verirken (Orkun, Sayı 110), Mirseyit Sultan Galiyev ve onun görüşleri konusunda kısmen de olsa birşeyler aktarmaya çalışmıştık. Sultan Galiyev ve Turar Rıskulov eski Sovyetler Birliği dahilinde yaşayan Türkler için son derece mühim şahsiyetlerdir. Sonraları, öne çıkışları ve ileri sürdüğü tezler açısından bakıldığında, bütün ezilen halklara yönelik fikirler de beyan etmesi, Galiyev’in biraz daha fazla tanınmasına yol açmıştır. Gerçekte bu ikisinin Türk dünyasını kucaklayan kurtuluş mücadelesinin temelinde ise, Anadolu Türkiyesi’nde başlayan ve başarılı olan Türk İstiklal hareketi vardır.
Zaman zaman Rıskulov ve Galiyev’in karşılaştırıldığına şahit olmaktayız. İkisinin de farklı hususiyetleri mevcuttur. Ama Galiyev teorisyenliğiyle, Rıskulov da uygulamacılığıyla göze batarlar. Aslında birini öbürüne üstün tutmanın şu anda hiçbir yararı yoktur. Onlar bir vakitler, çok kısa, fakat dolu bir hayat yaşamışlar, aşağı-yukarı aynı ülküler için savaşmışlar ve bu suretle de vazifelerini iyi ya da kötü bir şekilde yerine getirerek, tarihteki yerlerini almışlardır.
Sultan Galiyev hakkında şimdiye kadar yazılan eserlerin en dikkate değeri ve bütün dünyanın da tanıdığı çalışma, A.Bennigsen-C.Quelquejay, Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları (Çev. N.Uzel, İstanbul 1981) adlı kitaptır. Onun dışında R.Muhammedi, Sırat Köprüsü, İstanbul 1993, isimli biyografik eserin de anılması gerekir. Bunların haricinde daha pekçok neşriyat varsa da, yukarıda zikrettiklerimiz kadar çarpıcı değillerdir.
Hayat hikâyesiyle alâkalı belgelere baktığımızda, onun Ufa bölgesinde 1882 tarihinde doğmuş olduğunu görürüz. Bütün Rusya Türkleri gibi, Çarlık rejiminin kültürel asimilâsyonu altında bir çocukluk geçiren Galiyev, 20. asrın başlarında Türk dünyasında tesirli olan Cedid (Yenilikçilik) hareketinden etkilenmiş bir gençtir.
Bilindiği üzere, birinci Bolşevik ihtilâli (1905) sırasındaki hürriyet ortamından Rusya Türkleri ve Müslümanları da yararlanmaya çalışmışlar, buna bağlı olarak çeşitli kongreler ve toplantılar düzenlenmişti. İlki 1905 Ağustosunda, ikincisi 1906’nın ocak-şubat aylarında ve üçüncüsü de 1906 Ağustosunda gerçekleşen Rusya Müslümanları kongrelerinde önemli kararlar alındı. Bunlardan çıkan en dikkat çekici sonuç; Rusların yaptığı anti-Türk ve Müslüman propagandaların kınanmasıyla, Türk düşmanlığına karşı mücadeleye karar verilmesiydi. Ama Türkler, yine mâlûm olduğu gibi bu müsait ortamdan yeterince faydalanamadılar.
1903-1904 yıllarında Azerbaycan’da, aralarında Mehmet Emin Resulzâde de olmak üzere birtakım kişilerce “Himmet” adı altında millî sosyalizmi ilke edinen bir parti kurulmuştu. İhtilal sırasında bu parti Bolşevikler ile Menşevikler arasında kaldı. 1907’de Çarlık rejimi kendisini biraz toparlayınca sert tedbirlere baş vurmuş, Himmet Partisi de kapatılarak, üyelerinin bazıları tutuklanmış, bazıları da ülke sınırları dışına kaçmak zorunda kalmıştı. 1911 yılı sonlarına gelindiğinde ise Kasımzâde Abbas ve Taki Nakioğlu’nun girişimleriyle Müsavat Partisi ortaya çıktı. Böylece millî Azerbaycan hareketi siyasî bir plâtforma da sokuldu. Gençlik yıllarında da milliyetçi fikirlere sahip olan Sultan Galiyev, I. Dünya Harbi sırasında Azerbaycan’a gitmiş, orada öğretmenlik yapmış ve bu mesleği icra ederken, Azerbaycan’daki müsavatçılarla tanışarak, onların fikirlerinden de ilham almıştır.
Rusya’da 1917 yılında, yeniden hürriyet rüzgârları esmeye başlayınca, Sultan Galiyev ve birtakım Türkler, Bolşeviklerin yanında olmayı seçtiler. O, “yüreğimin üzerindeki büyük bir ağırlıkla yüklenen milletimin sevgisi yüzünden Bolşevizme geldim” diyordu. Yani bu sözünden de anlaşılacağı üzere, kötünün iyisinde karar kılmak zorunda kalmıştı. Sultan Galiyev ve etrafındakiler ezilen Türklerle, Müslümanlar için tek kurtuluş yolunun komünizm olduğunu düşünürlerken, birkısım milliyetçiler de Çarlık Rusyası sırasında olduğu gibi, Sovyet Rusya’ya karşı da tam bağımsızlık amacıyla kafa tutmayı sürdürdüler. Umumiyetle bu hareket Türkistan’da “Basmacılık” olarak yorumlanıyordu. Bilindiği üzere bunlara sonradan rahmetli Enver Paşa da katılacak, hatta o Türkistan’daki bu başkaldırı hareketinin önderi de olacaktı. Enver Paşa, Bakü yoluyla Türkmenistan’ın Aşkabat şehrine vardığı zaman Gürcistan’dan Mogolistan’a kadar bağımsızlık için kımıldanmalar vardı. Halk onu “Yaşasın Turan, yaşasın Enver Paşa, yaşasın Din-i Muhammedî” diye karşıladı.
O yeterince hazırlanmadan Buhara ve Fergana’dan mücadeleye başladı. Hürriyet fikirlerinden dolayı Hindistan ve Afganistan’da kendisini tehlikede hisseden İngilizler ve Buhara’daki muhalifler bu bağımsızlık hareketine karşı birleştiler. Enver Paşa ilk önce Düşenbe’yi Ruslardan kurtarmıştı. 19 Mayıs 1922’de onun Sovyet-Rusya’ya bir ültimatom vererek, Kızıl Ordu’nun Türkistan’dan derhal çıkmasını istediğini de görüyoruz. Enver Paşa, Buharalılardan yardım göremediği gibi, Afganistan Türklerine de engel olunmuştu. Daha sonra Ruslar, Buhara’ya gönderdikleri kuvvetlerin sayısını artırdılar. 8 Mayıs 1922’de Türklere karşı iki koldan harekete geçmiş olan Rus güçleri, dağınık şekilde bulunan 30.000 kişilik Enver Paşa’nın kuvvetlerini parça parça yendiler. Enver Paşa’nın Ruslar ile göğüs göğüse çarpışmaya girmeden önceki son sözleri şunlardı: “Türkistan için mutlaka savaşmalıyız. Başarırsak gazi, başaramazsak şehit oluruz. Alınyazımızda ne varsa o olacaktır. Bundan korkmuyoruz. Böyle köpek gibi Rus zulmünde yaşamaktansa, atalarımızın yaptığı gibi şerefle öleceğiz. Bizleri takip edenlerin hürriyet ve mutluluğunun emniyeti bizlerin ölümü göze alabilmemizle mümkün olacaktır”. Rus kuvvetleri karşısında tutunamayan Enver Paşa, Düşenbe yakınlarındaki Belcuvan köyüne çekilmiş, 4 Ağustos 1922’de bir Tacik’in yol göstermesiyle ilerleyen Rus ordusu karşısında kahramanca çarpışmasına rağmen, şehit olmaktan kurtulamamıştır. Ne yazık ki birtakım bölgesel, sosyal, ekonomik ve askeri sebeplerden dolayı başarısızlığa uğranıldı. Enver Paşa’nın ölümü vesilesiyle birçok halk şairi mersiye tarzında şiirler söylemiştir. Fakat bunlar içerisinde bir tanesi vardır ki, o da Çolpan’ın yazmış olduğu şiirdir, yazıldığı zaman bütün Türkistan’da elden ele dolaşmıştır. Şehit düşen Enver Paşa 20.000 kişilik bir mücahit topluluğunun elleri üzerinde toprağa verildi. Daha sonraları Basmacı mücadelesinin etkisizleştirilmesinde hem Rıskulov’un, hem de Galiyev’in mühim rolleri oldu. Onlar kaleme aldıkları makaleler ve Sovyet coğrafyasının çeşitli yerlerine yaptıkları ikna turları ve çalışmalarıyla sempazitanlar kazandırmışlardı.
1918 yılı ocağında yapılan Komünist Partisi kongresinde Tatar-Başkurt Devleti’nin kurulması için bir görüş ortaya atıldı. Sultan Galiyev İdil-Ural’ın sosyo-ekonomik durumunu çok iyi biliyordu. Başkurtlarla, Tatar Türklerinin de akrabalıklarını göz önüne alarak, bunların birlikte yaşamaları gerektiğine inanıyordu. 23 Mart 1918’de Bolşevikler Sovyet Sosyalist Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’ni kurduklarını açıkladılar. Bu karar birçok Türk’ü kandırmış ve komünistlerin yanına çekmiştir. Aslında o, 1917’de ilan edilen İdil-Ural Devleti’nin yaşaması taraftarıydı. Galiyev bunu planlarken, Rıskulov da Turan Cumhuriyetinin teşekkülü hazırlıkları içerisindeydi. Bu sırada Stalin’in de yardımcılığına getirilen Galiyev ve diğer Bolşevik Türklerin girişimiyle Komünist Parti içinde bir Müslümanlar bürosunun kurulması gündeme geldi. 1918 kasımında 43 delegenin iştirakıyla, Moskova’da Müslüman komünistlerin kurultayı toplandı. Sultan Galiyev, bağımsız merkez komiteye sahip bir Müslüman Komünist Partisinin kurulması tezini ileri sürdü. Bu teklife Lenin ve Stalin tarafından şiddetle karşı çıkıldı. Stalin’in istediği üzerine kabul edilen kararda; “Müslüman komünistler, Rusya Komünist Partisinin bir bölümü olarak birleşmelidir. Şimdiye kadar mevcut olan Rusya Müslümanlarının Komünist Partisi yerine, Rusya Komünist Partisi adı yerleştirilmeli ve Müslüman Komünist Teşkilâtının adı ona göre değişmelidir” deniyordu. Kurultay, “Rusya Komünist Partisi Müslüman Teşkilâtları Merkez Bürosu”nu seçtikten ve başına Stalin’i geçirdikten sonra dağıldı. Ama bu esnada Galiyev’in Stalin’le arası açılmıştı.
Mirseyit Sultan Galiyev ve Turar Rıskulov çok büyük düşünmelerine rağmen, diğer Türk liderlerden tam bir destek göremediler. Hepsi başka bir şekilde hareket ediyorlar, umumiyetle de muhtariyetçiler bu işe taş koyuyorlardı. Zaten bu durum Lenin ve Stalin’in de işine geldi. Çünkü komünist grup içerisinde gittikçe sivrilen bu Türkçülerin başarısızlığa uğraması ve yalnız kalmaları onları sevindiriyordu. Faal parti çalışmalarından uzaklaştırılmak istenen Galiyev, 1920’de Doğu Emekçileri Üniversitesi’nin yöneticisi olmuşsa da, yeniden çevresindekilere haber yollayarak, Türk dünyasının birliği için faaliyetlere başladı. Lenin ve Stalin’in ne kadar büyük yalancı ve Rus milliyeçisi olduklarını anlamıştı. Türklere ve diğer Sovyet halklarına daha çok özgürlükler vereceklerini söyledikleri hâlde bu sözlerini tutmamışlardı. Onlar, Sovyet-Rusya’nın doğusu ile batısını aynı kefeye koyuyorlar ve komünizmin özellikle batıda başarılı olmasına çalışarak, doğu ülkelerini ihmâl ediyorlardı. Oysa ki Sultan Galiyev, doğudaki sosyal yapının batıya benzemediğini, Avrupalı işçilerin komünizme hazır olmadıklarını, bu ülkelerin kapitalistlerinin kendi ihtiyaçlarını kolonilerden karşıladıklarını, Sovyet-Rusya’nın da batısının bundan etkilendiğini, hâlbuki doğuda gerçekleşecek tam bir sosyalist yapının batıya da örnek teşkil edeceğini ve komünizmin çabuk yayılacağını ileri sürüyordu. Ona göre, doğu memleketleri batılılar için daima hammadde kaynağı olan ve sömürülen bir bölge şeklinde görülmüştür. Batının elinden bu imkânlar alındığında, ihtilâlin bütün dünyayı saracağına inanıyordu.
O sosyalizm çalışmalarının sadece Rusya ile sınırlı kalmamasını; Afganistan, İran, Türkiye, Hindistan ve özellikle bütün Müslüman ülkeleri kapsayacak bir şekilde tertiplenmesini istiyordu. Hakikatte önlerinde Türkiye örneği gibi başarılı bir iş vardı. Batı emperyalizmine karşı baş kaldıran bu gibi ülkelere destek verilmeliydi. Ayrıca onun, Azerbaycan’da ve Türkiye’nin doğusunda gelişen olaylara karşı Türklerin safında yer alması, Komünist Parti içerisindeki Ermenilerle birtakım şovenistleri rahatsız etti.
Bütün bunlardan sonra Komünist Partisi Merkez Komitesi, 1923’te toplanarak, Galiyev’i anti ihtilâlci ve Turancılıkla suçlayıp, tutuklanmasına sonra da partiden atılmasına karar verdi. Sultan Galiyev’in hapsi Türkler arasında büyük bir hayâl kırıklığı doğurdu. Onlar böyle bir durum var ise, büyük bir yanlışlık olduğunu ve serbest bırakılması için gereğinin yapılmasını Komünist Partisinin Merkez Komitesine rica ettiler. Buna bağlı olarak topluca mektup yazıp, gönderenler de sonradan birer birer öldürüldüler. Reva görülen bu haksızlıklar, sürgünler ve hapis hayatının ardından o, Türk millî kimliğine daha çok sarılmış; Türk ve Müslümanların birlikte hareket ederek, Turan Cumhuriyeti’nin kurulması için nelerin gerektiği gibi konular üzerinde durmuştur. Artık iyiden iyiye komünist rejim ve Stalin’e cephe alan Sultan Galiyev 1929 senesinde yeniden tutuklandı. On yıl kadar süren hapis hayatının peşinden 1940’ta, Stalin’in emriyle, hücresinde kurşunlanarak, ortadan kaldırıldı.
Sultan Galiyev ve Turar Rıskulov gibi komünist Türkçülerden, Türkiye Türklerinin ilk haberleri, 1950’li yıllarda yine Türk milliyetçileri sayesinde olmuştur. Türkiye’deki Türkçüler onları gündeme getirmişler ve bir süre sonra Türkiye’de de”Galiyevcilik” gibi bir hareket zuhûr etmiştir ki, bu da 1960’lı ve 1980’li yıllarda görülür.
Son olarak bir şeyi daha vurgulamak istiyoruz ki, ilk defa Türk milliyetçilerinin arasında tartışılan Galiyev’in görüşleri, daha sonra Türkiye’deki solcuların bir kısmı tarafından öğrenilmiş ve benimsenmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder