25 Şubat 2010 Perşembe

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN MESLEK VE FİKİR HAYATI (1881-1918)

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN MESLEK VE FİKİR HAYATI (1881-1918)

Osmanlı İmparatorluğu'nda Makedonya bölgesi.
1881 yılının bahar ayında Selanik'te Ahmet Subaşı mahallesindeki pembe evde bir Türk ailesinin Mustafa adını koydukları bir oğulları dünyaya gelmiştir (1). Annesinin adı Zübeyde Hanım'dır. Babası Ali Rıza Efendi, Selanik Evkaf kâtipliğinde, 1876 yılında Selanik Asakir-i Milliye taburunda birinci mülazım (üsteğmen) olarak bulunmuş, oğlunun doğduğu tarihte ise rüsumat memurudur. Daha sonra memurluktan ayrılarak kereste ticareti ile meşgul olmuştur.
Mustafa Kemal'in doğduğu tarihte yurtiçi ve dışında önemli olaylar şunlardır:
Meşrutiyet idaresi İkinci Abdülhamid devrinde uygulanmamaktadır. 1876 Kanun-i Esasisi'nin hazırlayıcısı Mithat Paşa İzmir Valisi iken tutuklanmış ve mahkemeye verilerek Hicaz'dan Taif Kalesi'ne sürgüne gönderilmiştir. Osmanlı devleti mali meselelerde en güç durumda olduğu bu dönemde, yeni borçlanmalara girişmektedir. Ancak bu aldığı paraları hükümet bütçe açığını kapamak ve dağınık iş borçlarını ödemek için harcamaktadır. Herhangi bir üretici veya sanayi kuruluşlarında yararlı bir hale getirilmemekte idi. İşte bu durumda dış memleketler alacaklarının temsilcileri ile ''Muharrem Kararnamesi'' adı verilen bir anlaşma yapılmıştır. Buna göre kurulan ''Düyun-ı Umumiye'' idare meclisi, Osmanlı borçlarının ödenmesi için devlet gelirlerinden bir kısmını doğrudan doğruya toplama yetkisini elde etmekte ve böylece mali idareye dış ülkeler el koymakta idiler.
Dış olaylarda ise Fransızlar Tunus'u işgal etmişlerdir. Almanya, Avusturya, Rus Çarlığı üç yıl için gizli bir anlaşma yaparken, Boğazlar meselesi üzerinde de görüş birliğine varmışlardır.
İşte devletin bu ortamı içinde doğmuş olan Mustafa, okul yaşına geldiği vakit, babası Ali Rıza Efendi, oğlunu yeni sistem okulda okutmayı kararlaştırmıştır. Fakat annesi eski geleneklere bağlıdır. Oğlunun mahalle okuluna gitmesini ister. Bu iki fikrin, yeni-eskinin aile içinde tartışılması küçük Mustafa'da ilk derin izini bırakmıştır. Annenin istediği sadece okula başlamada eski usulde bir tören yapmakla yerine getirilir. Baba ise oğlunu ertesi gün, Şemsi Efendi Okulu'na kaydettirir. Fakat ne yazık ki memuriyetten ayrılarak kereste ticareti yapan genç baba, oğlunun okumasını göremeyecektir. Mustafa daha ilkokul çağında babadan yetim kalmıştır. Ancak o ailevi geçim güçlüklerine rağmen öğrenimine devam etmiş, Selanik Askeri Rüştiyesi'ne (ortaokul) imtihan vererek girmiştir. Burada matematik öğretmeni Mustafa Efendi, kabiliyet ve kemalini beğendiği için ona Kemal adını vermiştir. Mustafa Kemal 1895'te doğduğu şehirden çıkarak Manastır Askeri İdadisi'ne (lise) yatılı öğrenci olarak girmiştir. Orada şiir ve edebiyata merak sarmıştır ve güzel yazı yazmayı öğrenmek ister. Yabancı dili de öğrenmenin gerekli olduğuna inandığından, tatil zamanlarında Selanik'teki Frerler Okulu'nda Fransızcasını ilerletmek için kurslara devam eder. Mart 1899'da Mustafa Kemal'i İstanbul Harp Okulu'nun piyade sınıfında kayıtlı buluyoruz. O, bir taraftan normal derslerine çalışırken, diğer taraftan hür fikirli şiir ve yazıları okuyor ve sınıf dışında arkadaş gruplarıyla aralarında tartışmalar yapıyorlar. O, aynı zamanda iyi söz söylemeye merak sarmış ve arkadaşlarını etrafına toplayarak bu denemeleri yapmıştır. 1902'de Erkân-ı Harb sınıfına (Harp Akademisi'ne) ayrılan Mustafa Kemal, memleket idaresinin durumu üzerinde düşünmektedir. Fakat o, asıl askerlik derslerine çalışmakta ve onlar üzerinde mesleki bilgilerini geliştirmektedir. Mustafa Kemal İstibdad İdaresi'ni İstanbul'da daha yakından hisseder olmuştur. Harp Akademisi'nin genç öğrencileri yeni hür fikirler etrafında toplanmaktadırlar.
Mustafa Kemal üç yıllık bu yükseköğrenimi esnasında anlayışlı, zeki ve çalışkan olarak hocalarının takdirini ve dikkatlerini çekmiştir. Ancak o, kendi benliğinde manevi huzursuzluk içindeydi. Mana ve mahiyetini bir türlü anlayamadığı duyguların etkisi altında küskün, kederli ve içinden gelen bir isyan duygusu ile dolu halde yaşıyor, ne bulursa okuyor ve yazıyordu. Harp Akademisi'nde ve devlet merkezindeki inceleme ve izlenimleri onda derin izler bırakacak kadar kuvvetli olmuştur. Hocalarının verdiği askeri problemleri halletmeye çalışırken adeta geleceğin meydan savaşlarını idare eden bir duygu içindedir. Bir gün tabiye (strateji) hocası Trabzonlu Nuri Bey sınıfta diyor ki: ''Efendiler, harp, muharebe artık bunlar sizce bilinen şeylerdir. Fakat gerilla nedir biliyor musunuz? İşte en müşkülü budur. Gerilla kolay bir askeri hareket değildir. Gerillayı bastırmak da onu yapmak kadar güç bir harekettir.'' Bunun üzerine Mustafa Kemal hocasından şu ricada bulunuyor: ''Bu verdiğiniz dersi, Türkiye'nin belirli bir bölgesinde olmuş gibi ve dediğiniz tedbirlerin orada nasıl uygulanacağını lütfen anlatır mısınız?'' Bunun üzerine hoca dersi daha etraflı anlattıktan sonra şu ödevi veriyor: ''Efendiler, Osmanlı İmparatorluğu'nun devlet merkezi İstanbul'dur. Hükümet İstanbul'dadır. Bilinmeyen sebeplerden dolayı Boğaziçi'nin doğu kıyılarından İzmit ve onun kuzeyinde Karadeniz'e çekilen bir hat içinde bulunan bölgedeki Türkler, payitahta karşı isyan etmişler ve gerillaya başlamışlardır:
1- Bu küçük bölge halkı bu isyanı niçin, nasıl yapabilir ve yürütebilir?"
2- Osmanlı İmparatorluğu, devleti, bütün hükümeti ve ordusu ile bu isyanı nasıl bastırabilir?"
İşte bu ders uygulamasını Mustafa Kemal sonraları Samsun ve çevresinde olduğu gibi, Anadolu'da da yaşayacak ve ona göre tedbirlerini alacaktır.
11 Ocak 1905'te Mustafa Kemal, Harb Akademisi'nden yüzbaşı rütbesi ile mezun olmuştur. Siyasi faaliyetlerine ise, birkaç arkadaşı ile toplantılar yaparak devam etmektedir. Bundan dolayı sarayda sorguya çekiliyorlarsa da, bir müddet sonra Suriye'deki Beşinci Ordu Merkezi olan Şam'a tayin edilerek gönderilir (5 Şubat 1905). Bu münasebetle Osmanlı idaresinin Suriye'deki durumuna yakından şahit olmuş ve çeşitli fırsatlarla bu bölgenin her tarafını gezmiştir. O, sivil ve askeri idarenin durumunu beğenmemektedir. 1906 yılının Ekim ayında birkaç fikir arkadaşı ile beraber ''Vatan ve Hürriyet'' adı altında bir cemiyet kurarlar. Suriye, Lübnan ve Filistin'deki bazı merkezlerde Mustafa Kemal bizzat bu cemiyetin şubelerini yaymaya çalışmış ve bu cemiyeti asıl Makedonya'da faaliyete geçirmek istemiştir.
İzinle Selanik'e giden Mustafa Kemal, orada bazı arkadaşlarının yardımıyla bu cemiyetin bir şubesini kurabilmiştir. Ancak, askeri vazifesine dönmek zorunda olduğundan tekrar Suriye'ye gitmiştir. Bu sırada Mısır hududunda Akabe meselesi dolayısıyla o bölgede vazifelendirilen Mustafa Kemal, bir müddet orada kalmıştır. Topçu stajını yaptıktan sonra Şam'a gittiği vakit, ordu Erkân-ı Harbiyesine (genelkurmay) tayin edilmiş ve 20 Haziran 1907'de kolağası (kıdemli yüzbaşı) rütbesini almıştır. Bu arada Şam kütüphanelerinde eski Türk eserlerindeki askeri yönetmelikleri incelemiştir. Aynı yılın eylül ayında ise Makedonya'daki Üçüncü Ordu emrine verilmiş oluyordu. Bu ordunun kurmay heyetindeki görevine Selanik-Üsküp demiryolu müfettişliği de eklenmiştir. Bu görev II. Meşrutiyet'ten önce bu bölgedeki hürriyet ilanı için yapılan çalışmalara yakından katılmayı sağlamış ve bu kişilerle tanışma ve görüşmesine vesile olmuştur.
23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet olarak hürriyetin Makedonya merkezinde ilanı, Osmanlı devletinde rejim değişikliğine yol açmış ve parlamenter sistemi 30 yıllık aradan sonra geri getirmiştir. Birinci Meşrutiyeti ve Kanûn-ı Esâsîyi yürürlükten kaldıran II. Abdülhamid'in bunu kabul edişi, milletin bu isteğine karşı gelemediği içindir.
Fakat yıllarca istibdâd idaresinin başında bulunmuş olan bu padişahın tahttan indirilmesi gerekli görülmüş ve 7 Nisan 1909'da yine Osmanlı hanedanından V. Mehmet Reşat padişah olmuştur.
Mustafa Kemal bu yeni devrede devletin idare sisteminde esaslı değişikliklerin yapılması taraftarıdır. Aynı zamanda ordu mensuplarının, bir siyasi kuruluş haline gelen İttihat ve Terakki içinde görev almamalarını önerir. Bunun için ordunun ıslahında, subayların talim ve eğitiminin esas olduğunu kabul ettirmek için uğraşmış ise de, siyasi bir parti haline gelen ''İttihat ve Terakki''nin üye ve taraftarları bu fikri kabul etmemişlerdir. Mustafa Kemal bu yıllarda askeri meselelere ait telif ve tercümeler yaparak yayınlarda bulunmuştur (2).
Bu münasabetle Atatürk'ün 1937'de anlattığı bir olayı, okuyalım:
''Osmanlı İmparatorluğu'nda 1908 Hürriyet İnkılâbı olmuştur.''
Mustafa Kemal Makedonya'dadır. Yıl 1909 yazıdır. O, Selanik'teki büyük kumandanlık Erkân-ı Harbiyesi'nde (kurmayı) kolağası (kıdemli yüzbaşı) rütbesinde bir subaydır.
Osmanlı ordusu hizmetinde bulunan Almanyalı Mareşal Von der Goltz, Makedonya'daki Türk ordusuna garnizon tatbikatı yaptırmak üzere Selanik'e gelecektir.
Büyük kumandanlık Erkân-ı Harbiyesi'nde, talim ve terbiye masası şefi olan Mustafa Kemal, Mareşal Von der Goltz gelmeden evvel, Selanik civarında tatbikatını muvafık gördüğü bu meseleyi hazırlamakla meşguldü.
Mustafa Kemal, Kumandan Hâdi ve Erkân-ı Harbiye Reisi Ali Rıza Paşa'ları haberdar etmek istiyor. Paşalar, Kolağası Mustafa Kemal'in bu cüretini hayretle karşılıyorlar.
- Canım diyorlar, buraya gelecek olan Goltz, bizden ders almak için değil, bize ders vermek için geliyor.
Mustafa Kemal buna şu cevabı veriyor:
- Büyük alim, filozof, Millet-i Müsellâha müellifi olan Goltz'dan istifade etmek, üzerinde durulacak mühim bir noktadır. Ancak Türk Erkân-ı Harbiye ve kumanda heyetinin, kendi vatandaşlarını nasıl müdafaa etmek lazım geleceğini gösterebilmeleri elbette ondan daha çok mühimdir. Bir de, buraya yorgun gelecek olan mareşale fazla külfet yüklememek de münasip olur kanaatindeyim.
Mustafa Kemal'in bu hareketini doğru bulmayanlar henüz kanaatlerini değiştirmemişlerdir. Bunun üzerine Mustafa Kemal daha ileri giderek:
- Efendim diyor, benim hazırlayacağım meseleyi mareşale göstermek ayıp değildir. Bunun aksi ayıptır. Benim planım mareşalin fikrine uygun düşmez veyahut mareşal benim eserime ilgi göstermezse, kendi istediğini tatbik ettirmek onun elindedir. Fakat bütün Makedonya'ya şamil büyük bir Türk ordusu kumanda ve Erkân-ı Harbiye heyetinin hiçbir şeyi düşünmez ve hiçbir müdafaa tertibatı alamaz insanlardan teşekkül ettiği zehabını onda uyandırırsak, işte Türklüğe ve Türk askerliğine yakıştırılmayacak hareket bu olur.
Mareşal Goltz Selanik'e gelmiştir ve Splandit-Palasta'dır. O günün gecesinde Mustafa Kemal, bu otele ve mareşalin yanına gitmek üzere, bir davet alıyor. Mustafa Kemal'i otel koridorunda karşılayan Erkân-ı Harbiye Reisi'nin yüzünde müjdeleyici bir ifade vardır. Mareşalin bulunduğu salona girerken, Erkân-ı Harbiye Reisi bu müjdeyi Mustafa Kemal'e bildiriyor: Kendisinin planını mareşal çok beğenmiştir. Ancak bazı izahat almaya lüzum gördüğünden plan sahibini davet etmiştir.
Mustafa Kemal: ''Merak etmeyiniz, icap eden izahatı veririm'' sözü ile muhatabını tatmin ederken, holde mareşalle karşı karşıya geliyor. Salona giriyorlar. Masa üstünde bir büyük harita durmaktadır. Kumandan ve Erkân-ı Harbiye Reisi ayakta dinliyorlar. Yalnız mareşal ile Mustafa Kemal konuşmaya başlıyorlar. Münakaşa ediliyor ve karar veriliyor: Mustafa Kemal'in planı tatbik edilecektir.
Ertesi gün, Vardar nehri havzasında tatbikat başlıyor, karşılıklı kuvvetler harekete geçiyorlar. Bir muharebe tatbikatı yapılmaktadır. Muharebenin cereyanı esnasında Mareşal Goltz, Mustafa Kemal'i aratıyor. Yanında bulunmasını emrediyor ve: ''Bana yardım ediniz'' diyor. Mareşalin hakkı vardır. Çünkü kendisi araziye yabancı, o havaliyi Mustafa Kemal kadar tetkik etmek fırsatını bulamamıştır, bir de bu meseleyi tertip eden kendisi değil, Mustafa Kemal'dir.
Manevra bittikten sonra tenkit yapılacaktır. Bunu yapan bizzat mareşal olmuştur. Bu tenkitten bütün kumanda ve Erkân-ı Harbiye heyeti memnun ve müstefid olmuştur. Mustafa Kemal'in kanaatine göre, Almanyalı mareşalin tenkidi, herkeste şu intibaı bırakmıştır:
''Kumandanlar madunlarından yüksek ve alim olmalıdırlar.''
Şimdi bu meseleyi ve neticesini tahlil edelim diyor Mustafa Kemal. O, Selanik garnizon tatbikatına esas olacak meselenin, Makedonya kumanda ve ''Erkân-ı Harbiye'' heyeti tarafından hazırlanmasında neden ısrar etmişti?
Atatürk bunu anlattıktan sonra şu öneride bulunmuştu. ''Bu anıyı yayınlamak istersen, benim o zaman çıkardığım bir çeviri kitabımdaki yazıları okursun.'' Bu kitap, General Litzman'ın Mustafa Kemal tarafından ''Takımın Muharebe Talimi'' adıyla Türkçeye çevrilmiş ve Selanik'te (1324- 1908) yayımlanmıştır. Altmış dört sahifelik kitaba, çeviren tarafından bir önsöz konmuştur. Yedi sahife tutan bu yazılarda geleceğin Türk kumandanının ileri görüşleri sezilmektedir. Aynı zamanda Mustafa Kemal, bu yazısında amir olan kumandanların küçük rütbedekilere yol göstermesini istemiş ve bunun Türk amir ve kumandanından başkalarına bırakılmamasını yerinde bulmuştur. Ancak cihanın son askeri gelişmelerinden haberdar olmanın lüzumuna da işaret ederek, yabancı eserlerden yararlanmanın gerekli olduğunu da kabul etmiştir. Kitabın önsözündeki 5. sayfasında, aynen şöyle yazmaktadır:
''Demek istiyorum ki, ordu ve fırka Erkân-ı Harbiyesi'nin -ki ilk vazife-i vicdaniyeleri zabitan ve efradın harbe hazırlıklarının daimi nigehbânı ve her hususta onların pişvası olmaktır- bizzat delalette bulunmak suretiyle müstefid edebilecekleri kıtaat ekalliyette kalır ve binaenaleyh kendileri vazifelerini ifa edemezler, veyahut netice-i gayrete lüzum görürler. Bu hususta en iyi vasıta talimlerin, harp nokta-i nazarından suret ve muvaffakiyet-i icrâiyyesini tasvir eder âsârdan istifade etmektir.''
Diğer taraftan Mustafa Kemal bu yazılarının başında gayet önemli bir meseleye temas ediyor ve aynen şöyle söylüyor:
''Bir ordunun, senelerce sây ve tatbik sayesinde ahkâmına vukuf hasıl ettiği talimatnamesinin tebdili, heyet-i umumiyye-i askeriyeyi şaşırtır. Bahusus yeni kabul edilen talimname, kendi talimnamelerinin tedricen kendi taraflarından ıslah edilmiş bir sureti olmazsa bu şaşkınlık büsbütün zulmet ve mübhemiyet içinde olur. Çünkü hayat-ı askeriyede yeni açılan bu safha; dahil olanların kendi mesai ve tekemmülat-ı tedriciyyelerinin ma'kes-i tecelliyatı değildir. Orada herkesin hatvesi mütereddid, nazarı mütehayyir, fikri müşevveştir.
İşte bugün Osmanlı ordusu heyet-i askeriyesi bu haldedir. Lakin ne çare ki bu şaşkınlıktan bugün ihtiraz etmek istersek, yarın derecesi büyüyeceği için ihtiraz imkânı azalacak veyahut bir meydan- ı muharebenin ateşli seması altında, esbab-ı izalesi mevcudiyetimize tesir-i elim icra edebilecek azim bir şaşkınlıkla nihayet bulacaktır.''
Atatürk bu yazılarında açık bir eleştiriye dayanan tahliller yapmakta ve acı hakikati olduğu gibi yazmaktadır. İşte, bu gibi fikri hazırlıklar kendisine ilerisi için esaslı dayanak noktaları olmuştur.
İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra Trablusgarp'ta bu idareye karşı gelmek isteyenlerin durumunu denetlemeye memur edilen Mustafa Kemal, dönüşte de Bingazi ve Girit'e uğramıştır. Bingazi'deki Osmanlı idaresini yürüten devlet adamlarının durumunu ve yerli halkın isyan nedenlerini inceleyen Mustafa Kemal, bazı tedbirlerin alınmasını öngörmüştür, bunların başı olan şeyh ile de görüşmüştür. Bingazi'daki temaslarında devlet otoritesinin hâkim olmasını geçici de olsa, sağlayabilmiştir. Bunu ayrıntıları ile anlatan Mustafa Kemal, o sırada Osmanlı idaresinde bulunan Afrika bölgelerinin ne durumda olduğunu bu vesile ile görmüş bulunuyordu. Meşrutiyetin ilanından Meclis'in toplandığı 17 Aralık 1908 tarihine kadar geçen zamanda, genel durumda kararsızlık ve yer yer bu rejime karşı gelen bir tutum belirir. Seçimde çoğunluğu ''İttihat ve Terakki'' Partisi kazanır. Ahrar Partisi'nden ise bir mebus seçilir. Ancak memleket içinde çeşitli çevrelerde taassub kışkırtmaları, orduda alaylı-mektepli subay ayrılıkları, erlerin uzun süre silah altında kalması ve nihayet dış durumdaki gerginlik ve padişahın tutumu bu devrede yeni olaylara neden olur. İşte 31 Mart (13 Nisan 1909) vakası diye anılacak olan gericilik hareketi Selanik'te İstanbul'dan gelen bir telgraf üzerine duyulunca, Redif Fırkası'nın kurmay başkanı olan Mustafa Kemal, kumandanlarını uyararak İstanbul'a bir kuvvetin gönderilmesinin gerekli olduğunu bildirir. Çünkü İstanbul'dan alınan bütün haberler bu bakımdan değerlendirilince orada olağanüstü bir durum olduğunu kabul etmek gerekiyordu. Ordu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa'nın görevlendirdiği Hüseyin Hüsnü Paşa kuvvetlerinin kurmay başkanı olarak Mustafa Kemal, İstanbul üzerine harekete geçer. 17 Nisan'da Çatalca, 18'inci gecesi de Küçükçekmece'dedirler. Mustafa Kemal'in '' Hareket Ordusu'' adını verdiği bu kuvvet, İstanbul halkına ve genelkurmaya iki telgraf çeker. Mustafa Kemal'in kaleminden çıkan bu bildirinin dikkate değer tarafı millet mefhumu içinde meselelerin anlatılmasıdır. Cümleler millet sözü ile başlar ve bütün kuvvetin onda toplandığı ifade edilir. Örneğin 6. paragrafı aynen şöyledir:
''Millet mebuslarının ve bu muhterem mebusların şayan-ı itimad görüp intihab ettikleri heyet-i vükelânın hayatları ve Kanun-ı Esasi'nin kendilerine bahşettiği hukuku ve nüfuz ve selahiyetleri tamamıyla ve Kemaliyle temin ve sükûn ve sürûr-ı umumi, kat'iyyen istihsal edilecektir.''
Bu bildirideki siyasi fikirlerde, meşrutiyeti yeniden ilan ettirmekte ve anayasayı kabul ettirmekte öncü olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile bir kısım ordu mensuplarının hareketleri, millete dolayısıyla demokratik esaslara dayatılmak istenmektedir. Anayasının (Kanun-ı Esasi) üzerinde başka bir kuvvetin olamayacağı görüşüyle de monarşik ve müstebid idareye dolaylı da olsa, bir imada bulunulmaktadır. Bu yazı Mustafa Kemal'in, ilk siyasi belgesi olup, üslup ve fikir bakımından geleceğin ifadelerini taşır.
Bundan sonra yine Selanik'teki vazifesine döndüğünde bütün dikkat ve ilgisini, ordu içindeki askeri meseleler üzerinde toplamıştır. Askeri manevralardaki başarı ve çalışmaları dikkati çekmektedir. 38. Piyade Alayı'na kumandan tayin edildiği vakit, Arnavutluk'ta çıkan ihtilal hareketinin bastırılmasında, Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa, Selanik'ten geçerken kurmay başkanı olarak yanına Mustafa Kemal'i alır. 1910'da Fransa'da Picardie askeri manevralarına Türk ordusunun temsilcisi olarak üç kişilik bir heyetle gider. Eylül 1911'de Mustafa Kemal'e İstanbul'da Genelkurmay Başkanlığı'nda bir memuriyet veriliyorsa da bu sırada (27 Eylül 1911) İtalyanların Trablusgarp'a hücum ettikleri haber alınmış ve Mısır yoluyla Bingazi'ye gitmiştir.
Tobruk'ta Ethem Paşa'nın kumandasındaki kuvvetlerin kurmay başkanlığı vazifesini alır. Mustafa Kemal, İtalyan kuvvetlerine, karşı bir hücumla Osmanlı ordusunun geçici de olsa başarısını sağlamıştır (9 Ocak 1912). Bundan sonra Mustafa Kemal, Derne'ye giderek oradaki kuvvetlerin kumandanlığını üzerine alır ve İtalyanlara karşı koyma hareketlerini, bir yıla yakın zaman idare eder. Binbaşı rütbesini burada iken almıştır (27 Kasım 1911). Bu bölgedeki müdafaa savaşları, Mustafa Kemal'in ilk mesleki denemeleri olmuştur. Trablusgarp'a daha önce meşrutiyete karşı yerli isyanların durumunu incelemek üzere gitmiş olduğundan bu bölgeyi tanımaktadır.
Bu seferki vazifesi ise, Osmanlı idaresi altında olan bu yerleri savunmak içindir. Ancak, Ekim 1912'de Balkan devletlerinin hücumu ile başlayan savaşı haber alınca Avrupa yoluyla Romanya üzerinden İstanbul'a dönmeden önce, Mısır'da, Komanova yenilgisini ve Selanik'in düşmanlar tarafından alındığını haber alır. Bulgar ordusunun Çatalca'ya kadar gelmiş olduğunu işittiği vakit, pek çok üzülmüş ve buna inanmamıştır. İstanbul'a geldiği zaman ise genel durumu işittiğinden de daha fena bulmuştur. Bu sırada Gelibolu Yarımadasını korumak için Akdeniz Boğazı mürettep kuvvetleri harekâtı şubesi müdürlüğü vazifesini almıştır (25 Kasım 1912). Edirne'nin geri alınmasındaki askeri harekâtı Bolayır Kolordusu Kurmay Başkanı sıfatıyla tanzim ve idare etmiştir.
Edirne'ye ilk giren kıta bu kolordunun süvari livasıdır. Bu kuvvetlerin ayrıca kumandanı olmadığı için, kumanda vazifesini de Mustafa Kemal yapmıştır. Bu ikinci savaş sahası ve tecrübeleri Mustafa Kemal'e özellikle Gelibolu Yarımadası'nı, Çanakkale Boğazı'nı karadan savunma şartlarını askeri bakımdan tanıma ve inceleme fırsatını vermiştir. Bu kendisine ileride faydalar sağlayacaktır. Balkan Savaşı'ndan sonra Mustafa Kemal Sofya merkez olmak üzere Bükreş, Belgrad ve Çetine ataşemiliterliklerinde vazife almıştır (27 Ekim 1913-2 Şubat 1915). Bu vazife esnasında da yarbaylığa terfi etmiştir (1 Mart 1914). Bu ataşemiliterlik kendisine yabancı dil bilgisini ilerletme fırsatını verdiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılarak kurulmuş olan Balkan devletlerinin siyasi ve askeri durumlarını inceleme fırsatını da vermiştir.
Birinci Cihan Savaşı (28 Temmuz 1914-30 Ekim 1918), Mustafa Kemal'in hayatında iki yönden etkili olmuştur. Bir kere çeşitli cephelerdeki savaşlarda vazife almış ve askeri yönden büyük tecrübeler elde etmiştir. İkinci olarak da devlet idaresi ve sosyal bünyemiz için yeni fikirlere sahip olmuştur. Bu her iki tecrübe ilerisi için bir hazırlık devridir.
Devletler iki büyük gruba ayrılarak savaşı başlattıkları vakit, İtilaf devletleri, ''Şark meselesi''ni halletmek ve ''hasta adam'' dedikleri Osmanlı devletinin topraklarını paylaşmak için aralarında gizli antlaşmalar yapmışlardır. Osmanlı devleti İttifak devletleri grubunda savaşa karar verdiği zaman, gayesi tam olarak belli değildir. Mustafa Kemal savaşa katılmakta acele edildiği inancındadır. Bunun için gerekli makamlara bu fikrini ve gerekçelerini bildirmiştir. Fakat savaşa girme durumu Osmanlı devleti için kaçınılmaz olunca (11 Kasım 1914), Mustafa Kemal ataşemiliterlikten ayrılıp, orduda bir vazife verilmesini ister. Başkumandanlık vekilinden bu emir, ancak 2 Şubat 1915 tarihinde Tekirdağ'ında kurulmakta olan bir tümenin kumandanlığı için gelmiştir. Mustafa Kemal 19. Fırka adını alacak olan bu tümeni az zamanda muntazam bir hale getirmiştir. Bu kuvvetler Arıburnu, Anafartalar ve Ece limanı bölgesinde Maydos'ta, sonra da Bigalı köyünde mevzilenmiştir. İtilaf devletlerinin taarruz planı, Çanakkale Boğazı'nı denizden geçerek Karadeniz yolunu açmaktı. Bu suretle İstanbul da işgal edilmiş olacaktı. İtilaf devletlerinin ilk saldırıları Boğaz'ı donanma ile geçmekti. 18 Mart 1915'teki Türk-Osmanlı müdafaası başarı ile sonuçlanınca, İtilaf devletleri Gelibolu Yarımadası'nın batısından karaya asker çıkararak buradan İstanbul yolunu açmak istediler. İşte Beşinci Ordu buna karşı kurulmuş oluyordu. İtilaf gemileri Arıburnu ve Seddülbahir'de 25 Nisan 1915'te kuvvetlerini karaya çıkardıkları vakit, Mustafa Kemal üst komutandan emir beklemeden derhal kuvvetlerini harekete geçirmiştir. Kemalyeri'nden gözetlediği düşmanı Koca Çimen ve Conkbayırı mevkilerinde verilen savunma savaşları sonucunda düşmanın her an artan kuvvetlerinin ilerlemelerini durdurmayı başarır. Bundan sonra da her iki taraf siperlerinden savaşı devam ettirirler. Mustafa Kemal bu savaşlar esnasında yazdığı günlük notlarında şu bilgileri verir: ''26 Temmuz (8 Ağustos) günü sabahtan akşama kadar aldığım çeşitli bilgilerden ve 108 rakımlı tepe civarındaki karargâhımdan gördüklerim, Conkbayırı'nın tehlikeli olduğu anlaşılmakla beraber, Conkbayırı tepesinin düşman eline geçip geçmediğinde tereddüt devam ediyordu. Aynı gün saat 4'ten sonra da üçüncü istihkam taburu kumandanı Binbaşı İsmail Hakkı Bey'den gelen raporda ''Düşman Conkbayırı'nda siper kazmaya devam etmektedir. Siperler içinde düşman askerleri gezmekte ve kum torbaları koymaktadırlar.
Conkbayırı'nda, yaverim Kâzım Efendi'nin saat 5.30'da verdiği bilgide düşmanın askerimizle yirmi beş-otuz metre uzaklıkta karşı karşıya bulunduğu, 64. Alay'ın ikinci taburunun yaptığı hücumda başarılı olamadığı, 32. Alay'dan gelen üçüncü taburun ilerletilemediği bildiriliyordu.
Durumun önemi ve nezaketi büyük olduğundan, Conkbayırı emir ve kumandası için üst karargâhların dikkatini çektim.
Ordu Erkân-ı Harbiye Reisi, Ordu Kumandanı Liman Von Sanders Paşa tarafından beni telefon başına çağırdı. Durumu nasıl gördüğümü ve fikrimi sorduğunu bildirdi. Kendisine Conkbayırı durumunun nezaketini anlattım. Düzeltmek için kısa bir an kaldığını ve bu anın kaybı halinde felaketin pek muhtemel olduğunu söyledim.
Durum umumileşmiş, Anafartalar'a çıkmış ve çıkmakta olan büyük düşman kuvvetlerini dikkate almak ve ona göre genel tedbirlerle idareyi sağlamak ve birleştirmek gerekiyordu. Bu sebeple Erkân-ı Harbiye Reisi'nin ''Çare kalmadı mı?'' sorusuna verdiğim cevapta bütün kuvvetlerin benim kumandama verilmesinden başka çare kalmadığını söyledim.
- Çok gelmez mi? dedi.
- Az gelir dedim."
Mustafa Kemal 8 Ağustos 1915'te Anafartalar Grubu Kumandanı oluyor. İşte bu savaşlar esnasında bir gün subaylar ve askerler arasında şu havadis yayılıyor: ''Düşmanlar zehirli gaz kullanacakmış.'' 1. Cihan Savaşı'nda bu en korkunç maneviyat bozucu bir haber niteliğindedir. Mustafa Kemal diyor ki: ''Ben düşündüm, buna karşı koyacak herhangi bir tedbire ve vasıtaya o zaman Türk ordusu malik değildi. Derhal şu fikri ileri sürdüm. Düşman zehirli gazı kullansa da bize tesir etmez, çünkü onlar deniz kenarındaki düzlük ovada, biz ise daha yükseklerdeyiz. Bu haber ordu birlikleri arasında yayıldı. Hakikaten düşman ufak bir deneme yaptı ise de, o sırada rüzgâr istikametinin değişmesi de bize yardım ederek, bu gaz belasından kurtulmuş olduk, böylece de erlerimizin maneviyatı, bize inançları kuvvetlendi.''
10 Ağustos 1915 Conkbayırı taarruzunu Mustafa Kemal bütün ayrıntıları ile defterine yazmıştır. Savaş alanında bir şarapnel parçası göğsünün sağ tarafına çarpar; cebinde bulunan, babasından kalma saati parçalar. Bu suretle yaralanmadan sadece derince bir kan lekesi bırakır. Çanakkale Cephesi'nde Gelibolu Yarımadası'nda Ordu Kumandanı Liman Von Sanders Anafartalar Grubu 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal için Başkumandan Vekili Paşa'ya 1915'de şöyle yazar:
''Albay Mustafa Kemal beş ay önceki düşmanın ilk karaya çıkış hareketinden beri 19. Tümen başında parlak şekilde savaşmış ve İngilizlerin Anafartalar bölgesinde son büyük çıkarma hareketleri karşısında en müşkül bir anda kumandayı üzerine almıştır... Bu görevi, büyük bir cesaret ve bilgi ile başarmıştır. Kendisini bu hususta takdir ettiğimi bildiririm.''
Aynı zamanda Mustafa Kemal'in bu büyük savaşta hizmetlerine muhakkak surette Türk ordusunun muhtaç olduğunu, kendisinin çok müstesna kabiliyetli, yetkilerini kavrayan cesur bir kumandan olduğunu da ifade eder.
Birinci Cihan Savaşı'nda Çanakkale Boğazı'nı geçmek veya Gelibolu Yarımadası'na batıdan asker çıkarmak isteyen İtilaf kuvvetlerine karşı, Türk donanma ve ordusu en şiddetli mukavemet kudretini göstermiştir. Bu savaşın en önemli stratejik yeri daima Boğazlar bölgesi olmuştur ve yine bu savaş boyunca Türk topraklarının kilitli bir kapısı, Çanakkale Boğazı ve Gelibolu Yarımadası'dır. Bu cephenin karadan müdafaasında Mustafa Kemal ilk askeri zaferini elde etmiştir. Türk ve müttefik orduları içinde, Mustafa Kemal ismi bu vesile ile tanınmıştır. Arıburnu ve Anafartalar galibi Mustafa Kemal, yıllarca sonra bu savaş safhalarını anlatırken, insan kayıplarımızdan dolayı büyük hüzün ve elem duyduğunu tekrarlardı. O, düşmanın nefes alışını işitircesine, karşılıklı cephelerde bulunan ve savaşın değerli Türk subay ve erlerinin cesaret ve fedakârlıklarını binbir örnek ile anlatırdı. Fakat Anafartalar Grubu Kumandanı Mustafa Kemal, insan olarak Türk şehitlerini ve düşman ölülerini gördüğü zaman (Ağustos 1915) hayatının en acı dakikalarını yaşamış olduğunu da gözleri yaşararak söylerdi. Bu taarruz ve müdafaa savaşlarıdır ki, Türk ordusuna tarih boyunca şan ve şeref kazandırmıştır.
Mustafa Kemal'in Nisan 1915'te Kemalyeri'nden verdiği emir şudur:
''Benimle beraber burada muharebe eden bilcümle askerler kat'iyyen bilmelidir ki, uhdemize tevdi edilmiş namus vazifesini tamamen ifa etmek için, bir adım geri gitmek yoktur. Hâbü istirahat aramanın, bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini cümlenize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın hemfikir olduklarına ve düşmanı denize dökmedikçe yorgunluk âsârı göstermeyeceklerine şüphe yoktur.''
Yıllarca sonra Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin Devlet Başkanı olarak Marmara'daki bir gezintide iken, Çanakkale Boğazı'nı geçip yarımadanın batı kıyılarına doğru gitmiştir.
Düşman donanmasının asker çıkardığı kıyıları, sıra ile yakından takip ederek giderken, Suvla limanına da girilmişti. Atatürk o günleri yeniden yaşar gibi anlatıyor ve denizden görünen kara kısmında Türk kuvvetlerinin bulunduğu yerleri eliyle işaret ederek, izahat veriyordu. Bu kıyıları takip ederken birden bire denizden görünen bir geçit yerine gözlerini dikmişti:
''İşte burası daimi top ateşi altında, bizi tehdit eden yerdir. İrtibat temin etmek için geçen askerlerimiz maalesef burada büyük zayiata uğramışlardır'' dedi. Böylece Gelibolu Yarımadası'nın batı kıyılarını geminin yavaş bir seyriyle akşama kadar dolaştı. Atatürk şehitlerimizi minnet ve şükranla anmıştı.
Bu savaş sahasını karadan bir heyetle gezdiğim zaman (1935) çok heyecan verici manzaralarla karşılaşmıştık. Bize izahat veren o zamanki savaşlarda bulunmuş General Galib Türker'di.
Conkbayırı, Kemalyeri sanki yeni terk edilmiş savaş meydanı gibi idi. Mermi parçaları, kurşun kovanları, ayakkabılar ve insan kemikleri... O tarihte şehitlerimizin anısı için küçük bir Mehmetçik anıtı dikilmişti. Düşman kuvvetlerinin mezarları geniş sahayı kaplıyordu. Bizim de büyük bir anıtımızın yapılmasını Atatürk'e söylediğim zaman cevabı şu olmuştu. ''Evet biz de Mehmetçiğimizi anmak için büyük, çok büyük anıtlar yapmalıyız. Fakat bu bir zaman ve imkân meselesidir. Bu toprakların o zamanki ve bugünkü Türk sınırları içinde kalmasıyla Mehmetçik en büyük abideyi yurduna hediye etmiştir'' demişti. Bugün burada büyük bir anıt dikilmiştir.
Bu Anafartalar savaşı Türk müdafaasının çetin bir örneğini vermiştir. Her iki tarafta da büyük insan kaybı olmuş, fakat sonunda Birinci Cihan Savaşı'nın başarılı savunması ile, İtilaf devletlerine ne denizden ne de karadan, Karadeniz'e ulaşacak kapılar açılmıştır. Bu durum mütareke (1918) tarihine kadar korunmuştur.
Mustafa Kemal bu savaş esnasında albaylığa terfi etmiştir ve adı orduda olduğu gibi, kamuoyunda da tanınmaya başlamıştır. 1915 yılının son ayında Mustafa Kemal düşmanın bu bölgeden tamamen çekileceğini tahmin ettiğinden, bunu bir hücumla başarmayı üst kumanda mevkiine teklif etmiştir. Fakat bu hareketin yapılmasına rıza gösterilmeyince; 10 Aralık 1915'te de düşman kuvvetleri bu çıkarmada ilerlemeyi yapamadıkları için, oradan çekilmişlerdir. Mustafa Kemal bunu tahmin ettiği ve öngördüğü için bu çekilmenin kendiliklerinden değil, mağlup edilerek olmasını askeri bakımdan daha uygun görüyordu.
Çanakkale ve Gelibolu Yarımadası'ndaki savaşlar için pek çok yayınlar yapılmıştır. Bu savaşta bulunan Urfalı erler yerlerine döndükleri zaman, Mustafa Kemal'den o kadar bahsetmişlerdir ki, mutasarrıf Nusret Bey kamuoyunu ilgilendiren bu ismi bir caddeye koymuş ve yapılan çeşme anıtına da Mustafa Kemal Paşa diye yazdırmıştır (1917).
Memlekette ve dış ülkelerde bu vesile ile tanınmaya başlayan Mustafa Kemal hakkında, İngiliz Bahriye Nazırı Churchill'in Anafartalar savaşları hatıratında, O'nun kumandanlık vasıflarından söz edilir ve Türklüğün geleceğine hâkim bir deha olabileceği kaydedilir.
1915 yılının sonunu, İstanbul ve Sofya'da izinli olarak geçiren Mustafa Kemal 14 Ocak 1916'da Edirne'deki ordu kumandanlığına tayin edilir ve Çanakkale'den dönen 12. Piyade Tümeni'nin başında törenle ve halkın sevgi gösterileri arasında Edirne'ye girer.
Bu kolordunun Kafkas Cephesi'ne gönderilmesi üzerine (27 Şubat 1916) Edirne'den ayrılan Mustafa Kemal, 1 Nisan 1916'da Silvan'da generalliğe terfi etmiş olarak, Doğu Cephesi kuvvetlerinin başında bulunur.
Doğu Cephesi kısmı, Van Gölü güneyinde Çapakçur Boğazı'na kadar uzanıyordu. Diğer tarafta Erzurum işgal edilmiş, III. Ordu, Trabzon, Bayburt ve Kop Dağı hattına çekilmiş bulunuyordu. Üç kolordu ile II. Ordu doğuya ve Ruslara karşı yandan taarruza hazırlanıyordu. Mustafa Kemal Paşa, bu Kafkas Cephesi'nde savunma savaşları yapmış ve düşmanın Diyarbakır üzerine ilerlemesine engel olduğu gibi, Bitlis ve Muş'u da düşman elinden geri almıştır (6-7 Ağustos 1916). Bu başarısından dolayı altın kılıçlı imtiyaz madalyası kazanmıştır. Aynı zamanda II. Ordu Kumandan Vekilliği vazifesi de kendisine verilmiştir. Bu esnada diğer bir cephe olan güneyde ''Hicaz Kuvve-i Seferiyesi'' adı ile teşkil edilmek istenilen kuvvetin kumandanlığına, Mustafa Kemal Paşa tayin edilmiş (1917). Kendisi bu emri alınca Başkumandan Vekili Enver Paşa'nın da bulunduğu Şam'a gitmiştir. Burada, Hicaz ve Suriye'nin askeri durumunu, özellikle cephelerdeki genel durumun tehlikeli olduğu ve bunun için esaslı tedbirler alınması gerektiğini delilleriyle anlatmıştır. Önerdiği esaslar şöyle idi: ''Derhal Hicaz'ın boşaltılması ve toplanabilecek kuvvetlerle Suriye Cephesi'nin kuvvetlendirilmesi''. Bunu delilleriyle oradaki heyete anlattığı için, kabul edilmiş ve böylece kendisine verilmek istenen vazifeye de gerek olmadığı anlaşılmıştır.
Mustafa Kemal Paşa bunun üzerine tekrar Kafkasya Cephesi'ndeki II. Ordu Kumandanlığı'na gitmiştir. Suriye Cephesi tehlikeli durumu muhafaza etmekte iken, Bağdat'ı geri almak için hazırlanan ''Yıldırım Orduları Grubu'' Kumandanlığı'na Alman generali Falkenhayn tayin edilmiştir. Mustafa Kemal Paşa da (5 Temmuz 1917) bu gruba bağlı olan 7. Ordu'ya nakledilmiştir. Ancak kendisi Alman kumandasının askeri planlarını uygun bulmadığı gibi, iç idareye karışmalarına da razı olmuyor ve bu zihniyete karşı geliyordu. General Mustafa Kemal bu fikirlerini delilleriyle raporlar halinde Osmanlı hükümetine, sadrazama, başkumandan vekili ve Harbiye Nazırı'na bildirmiştir. Irak'ta yapılacak askeri hareketin de hiçbir sonuç vermeyeceğini görüyordu. Hakikaten bu cephelerdeki durum gittikçe tehlikeli bir hal almakta iken, Sina Cephesi'ndeki İngiliz ordusu ve donanması Filistin ve Suriye'yi tehdit eder durumda, hazırlık içinde idi. Buna karşı ''Yıldırım Orduları Grubu'' Kumandanı Falkenhayn tarafından tertip edilen askeri planın başarı sağlaması mümkün değildi. Mustafa Kemal Paşa, buradaki inceleme ve izlenimlerinin sonucu, bu tertiplerin başarılı olmayacağını ve memleketin genel zaafını, mülki idarenin artık güvenilemeyecek bir hale geldiğini, ekonomik hayatın felce uğradığını belirten ve bunlara çare olarak tavsiyelerde bulunan bir raporu hükümete vermiştir (2 Eylül 1917). Bu önerileri kabul edilmemiştir. Fakat O, yine rapora ek olarak, yeni tekliflerde bulunmuştur (24 Eylül 1917). Madde madde açıkladığı fikirlerinde I. maddenin sonundaki şu cümle dikkate değer: ''Savaş devam ettiği halde karşısında bulunduğumuz en büyük tehlike, her taraftan çürüyen büyük saltanat binasının bir gün içten, birdenbire ve hep birlikte çökmesi ihtimalidir.''
4. maddede ise şu sonuca varıyor:
''Bu genel durumdan çıkacak sonuç, artık her iş bitmiştir ve bulunacak bir çare kalmamıştır, demek değildir. Böyle bir kötümser kanaatin, düşmanların ve tehlikelerin en büyüğü olduğunu açıklamaya lüzum görmem. Kurtuluş ve yaşama imkânı var olup, ancak tedbirleri bulmak gerek'' diyor ve alınacak kararlar için fikrini açıklayarak devam ediyor:
''Askeri siyasetimiz, bir savunma siyaseti ve elimizde bulunan kuvvetleri ve bir tek neferi dahi son ana kadar saklamak siyaseti olmalıdır. Bu siyasetin memleket dışında bir tek Osmanlı neferinin kalmasına tahammülü olamaz.'' Bu rapor uzundur. Bütün alınacak tedbirleri açıklar.
Başkumandanlık bu fikirlere katılmaz. Fakat az zamanda düşmanın üstün kuvvetlerle taarruzu Filistin'in istilası ile neticelenir ve Kudüs İngilizlerin eline geçer.
Mustafa Kemal'in askeri biyografyasında şu kayıt görülüyor. 9 Ekim 1917'de Suriye'deki 7. Kolordu'dan 2. Ordu'ya tayin ediliyor. 11 Ekim 1917'de ise izinli olarak ve tedavi maksadıyla İstanbul'a gelir ve 7 Kasım 1917'de genel karargâh emrindedir. Bu sırada yirmi gün sürecek bir resmi ziyaret için Almanya'ya gitmeye memur edilmiştir. Bu suretle 1917 yılının son ayında, Osmanlı Veliahtı M. Vahdettin ile Almanya İmparatoru'nun ziyaretine gidilmiştir, (15.XII.1917- 5.1.1918). Mareşal Hindenburg ve General Lüdendorf'la görüşmüştür. Oradaki genel durumu da yakından görme fırsatını bulan General Mustafa Kemal, müttefik devletler için geleceğin mağlubiyet olacağını açıkça söylemekten çekinmemiştir. Almanya'dan dönüşünde hastalandığından, tedavi için Viyana'da Karlsbad'a gitmiştir. Burada geçen bir ay zarfında (Temmuz 1918) Mustafa Kemal memleketinin durumunu daha sükûnetle düşünmeye ve çareler aramaya, aynı zamanda pek çok kitap okumaya fırsat bulmuştur. Siyasi ve sosyal fikirlerinin oluştuğunu bu hatıra defterlerinde kaydeder. Bu sırada O'nun Suriye cephesi için söyledikleri, Osmanlı ordusu aleyhine olarak gerçekleşmiş bulunuyordu. 5 Temmuz 1918'de padişah olarak devletin başına Vahdettin geçmişti. Mustafa Kemal Viyana dönüşü Filistin'deki 7. Ordu'ya yeniden tayin edilmiştir. Fakat artık düşman taarruzunun önüne geçmek imkânsız haldedir. 7 Ağustos 1918'de Filistin ve Suriye üzerinde üstün kuvvetlerle hücuma geçen düşmana, Osmanlı ordusu karşı koyamayacak bir halde idi. Aynı zamanda yerli ahalinin de aleyhte hareket etmesi bu bölgenin korunması güçlüğünü arttırıyordu. Yer yer savaşa devam edilmiş ise de, esas itibarıyla bu askeri hareket bir çekilme idi. Ancak kumandanların dikkat ettiği nokta, bu çekilmede askeri kuvvetleri fazla yıpratmadan bir cephede toplayabilmekti. Bu arada Mustafa Kemal'in kumanda ettiği 7. Ordu, Halep kuzeyinde Antakya çevresindeki cepheyi tutmuş ve düşmanı geçirmemekte başarılı olmuştu. Bu hat hemen hemen bugünkü Türkiye sınırıdır.
30 Ekim 1918'de Osmanlı devleti Mondros Mütarekesi'ni imza ettiği vakit, Alman kumandanlarının Suriye Cephesi'nden ayrılması gerektiğinden, Mustafa Kemal Yıldırım Orduları Kumandanlığı'nı almak mecburiyetinde kalmıştır (31 Ekim 1918). O, bu durum karşısında ve özellikle Mondros Mütarekesi'nin uygulanması bakımından İstanbul hükümetini uyaran telgraflar çekmiş ve sadrazama tavsiyelerde bulunmuştur. İskenderun Limanı'na iaşe bahanesiyle kuvvet çıkarmak isteyen İngiliz donanmasına ateşle karşı koyacağını hükümete bildirmiştir. Çünkü onun inancına göre mütareke olduğu zaman, ordu nerede tutunabilmiş ise, düşman askeri ne bahane ile olursa olsun, oradan ileri geçmemeliydi.
Yıldırım Orduları Kumandanlığı'nı Adana'ya gelerek Liman Von Sanders'ten teslim alan General Mustafa Kemal, bu kuvveti toplayarak güney sınırlarını her ne bahasına olursa olsun, korumayı öngörüyordu. Mondros Mütarekesi'nin ordulara tebliğ edilmesi (2 Kasım 1918) üzerine, Sadrazam İzzet Paşa'ya çektiği telgraflarda, mütareke şartlarının ağırlığını ve müsamaha edildiği takdirde aleyhimize değişik uygulamalara sebep olabileceğini, ağır bir üslup ile protesto ediyordu. Suriye sınırı meselesi üzerinde ise, özellikle Antalya ve İskenderun Limanı için İtilaf devletlerinin harekete geçmelerine karşı geliyordu. General Mustafa Kemal mütareke hükümlerinden tamamen tedirgin ve hükümetin ne olursa olsun zaaf göstermemesini, taviz vermemesini istiyordu. Bu sırada yazdığı telgraflar tarihi belge olarak ilgi çekicidir. İstanbul hükümeti esasen bu esnada kararsızlık ve zaaf içindedir. Fakat Mustafa Kemal'in bu tenkit tutumunu önlemek için, hükümet, Yıldırım Orduları Grubu ve 7. Ordu'yu lağvetmeye ve kumandanını da Harbiye Nezareti emrine almaya karar verir (Kasım 1918).
Mustafa Kemal 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul'a geldiğinde İtilaf donanması savaşla geçemediği Çanakkale Boğazı'ndan mütareke şartlarına göre geçmiş ve İstanbul'a gelmiş bulunuyordu. Mustafa Kemal Haydarpaşa Garı'nda bu manzara karşısında yaverine şunu söylemiştir: ''Geldikleri gibi giderler.'' Bundan sonra devlet merkezinde mağlubiyetin acısı ile pek çetin günler geçecektir.
Böylece 1911-1918 yılları arasında:
Mustafa Kemal Atatürk'ün meslek hayatı, Osmanlı devletinin son yıllarının tarihi olayları açısından ilgi çekicidir. Mustafa Kemal mütevazı bir Türk ailesinin gelenekleri ortamında doğar, kendisinde ilk iz bırakan anısı, okula başlaması için aile içinde eski ve yeni görüşün tartışılmasıdır. Hatta bu ilerki yaşantısına dahi etki yapacak bir olaydır. Ancak yetim kalan ve ailevi geçim zorluklarına rağmen düzenli öğrenim devresini, askeri mesleğin en yüksek seviyesi olan, Erkân-ı Harb (Harb Akademisi) sınıflarına kadar devam ettirmiş ve mezun olmuştur. Bu arada yabancı dil olarak da Fransızcayı öğrenmiş, İstanbul'daki okul devrelerinde siyasi ve edebi cereyanları yakından izlemiştir. İlk vazifesi Suriye'de, sonra Makedonya'dadır. İlk savaşı Trablusgarp'tadır. Balkan Savaşı'nın sonunda ise Edirne'nin kurtuluşuna katıldı. I. Cihan Savaşı'nda Çanakkale müdafaasını Anafartalar'da yapar. Doğu cephesinde Van, Diyarbakır, Bitlis ve Muş'u düşmanlardan geri alır. Nihayet Suriye cephesi ve çekilme hareketi. Mütarekede rütbesi general ve ordu kumandanı sıfatıyla İstanbul'dadır. Dış görünüşte pasif, fakat geleceğin siyasi hayatının hazırlığı içindedir. İşte bu savaş yıllarında hareketli hayatı Mustafa Kemal'e memleketi tanımak fırsatını verirken, vatan topraklarının savunmasında, korunmasında güçlüklerin en çetin anlarını yaşatmıştır. Aynı zamanda bu bölgelerdeki yerli halkı yakından tanımak fırsatını elde etmiş, memleketin çeşitli yerlerinden toplanan ordu mensuplarının ise vatan uğruna canlarını feda edişlerine acı duyarak şahit olmuştur. Bu tecrübeler kendisinde milli hislerin kökleşmesinde en büyük etkendir. Bu savaş yıllarında Mustafa Kemal'in kitap okuyarak nazari bilgilerini geliştirdiği, kendi hatıra yazılarından anlaşılıyor. Böylece zamanın yayınları kendisi için yabancı kalmamaktadır. Devlet idaresi için yeni belirli sistemlerin Türkiye için uygulanacak durumunu, ekonomik meseleleri kendi kafasında olgunlaştırmıştır. Sosyal durum için ise yavaş ilerlemeyi değil, kökten değişikliklerle çağdaş medeniyete erişilebileceğine inanmaktadır. İşte 1881-1918 yılları arasında Osmanlı devletinin vatandaşı Mustafa Kemal, böyle bir hayat tecrübesinden geçmiş ve milleti için düşündüklerini uygulamak açısından giriştiği hareket, Türk tarihinde yeni bir devir açmaya neden olmuştur.
1919 yılında da Türkiye'yi yabancı istilasından kurtarmak için millet birliğini ve egemenliğini amaç edinerek siyasi ve askeri yönden idare etmiştir.
Bu yılın tarihi olayları her bakımdan ilgi çekici bir dönemi gösterir. Genel olarak yabancı işgaller yoğunlaşmıştır. 15 Mayıs 1919'da İtilaf donanmasının desteği ile Yunanlılar İzmir'e asker çıkarmışlardır. Bu, halk arasında büyük bir tepkiye neden olmuştur. Bütün işgallere karşı yer yer karşı gelmeye çalışan Kuvayı Milliye grupları gerilla hareketlerine girişmişlerdir. Milli cemiyetler örgütlenmiş, kongreler yapılmaktadır. Osmanlı hükümeti memlekete hâkim olma durumunu kaybetmekte olup sanki devletlerin isteklerini yerine getirmek için iktidarda tutulmaktadır. Paris Konferansı'nda yapılacak sulh antlaşması, Osmanlı devleti için bir sonuca varmak istemektedir. Memleketin asıl sahibi Türk milleti, başsız, bölünmüş, kuşku içinde, genel durumu hoş görmeyen bir haldedir. Kurtuluş ve bağımsızlık fikirleri ancak bölgesel ayrılıklar içinde düşünülebiliyor. Halbuki tarihi örneklerde bilindiği gibi küçük bölgelerdeki siyasi kuruluşların ömürlü ve bağımsız olmalarına imkân yoktur.
Bir taraftan memleketi kurtarmak için olan bu hareketler ve yer yer örgütlenmeler müspet bir gelişme gösteriyorsa da, diğer taraftan dış devletlere güvenen ve buna dayanarak yine memleketi bölünmelere götüren uğraşmalar vardır. Bu çeşitli fikir ve yönde çalışan grupların çoğunluğu İstanbul'daki merkezlerinden idare edilmektedir. İşte bu tamamen karışık ve her bakımdan milli kuvvetlerin dağılmış bir ortamında, memleketin fikir ve güç kuvvetlerini birliğe götürecek halk egemenliğine dayanacak bir Türk devletinin olması zorunlu idi.
Bu olaylar esnasında ordu kumandanı General Mustafa Kemal 13 Kasım 1918'den itibaren İstanbul'dadır. Çünkü kendisi Suriye cephesinde Yıldırım Orduları Grubu ve 7. Ordu Kumandanı iken Mondros Mütarekesi'nin uygulanmasında İstanbul hükümetinin tutumuna karşı gelerek anlaşmazlığa ve hükümetin emrini yerine gtirmeme durumuna girmiştir. Oradan gönderdiği yazılarında siyasi yönden hükümete tavsiye ve dilekleri olmuştur. Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı ile 7. Ordu'nun lağvedilmesi (7 Kasım 1913) üzerine General Mustafa Kemal, Harbiye Nezareti emrine alınmış, 15 Mayıs 1919'a kadar İstanbul'da kalmıştır. Bu zaman zarfında yabancı işgalinin milli benliği zedeleyen gösterilerine ve tutumuna da tanık olmuştur. Bütün bu olaylar içinde Osmanlı devletinin varlığı artık kabul edilemez durumda idi.
1) İngiltere himayesini istemek, 2) Amerika mandasını kabul etmek, 3) Bölgesel ayrılmalarla egemenliği kurtarmak.
Bu düşünceler ve bunları elde etmek için olan çabaların Türk milli varlığı ve geleceği için hiçbir surette yerinde olmadığı meydanda idi. İşte buna karşı Mustafa Kemal diyor ki: ''Bir tek karar vardı, o da milli egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devleti kurmak.'' Çünkü İstanbul'daki padişah ve hükümeti İtilaf devletlerini gücendirmemek esasına göre hareket ediyorlar ve bu devletlerden biriyle dahi başa çıkılamayacağı inancını taşıyorlardı. Diğer taraftan halk ve aydınlar da bu zihniyette olmakla beraber, padişah ve halifenin bütün zaafına ve kudretsizliğine rağmen ona karşı sadakat ve bağlılığı esas kabul ediyorlardı. Mustafa Kemal, padişah ile genel durum hakkında görüşmüş, fakat tamamen kişisel duygulara saplanan bir durumda gördüğü devlet başkanından ümidini kesmişti. Hatta İstanbul'a ilk geldiği aylarda hükümette görev alarak mütarekenin uygulanmasını önlemeyi düşünmüş ise de bunda bir başarı sağlayamayacağını anlamıştır. ''Trakya Paşaeli'' Cemiyeti'nin başta bulunanları ile de görüştüğü fikir şudur: Doğu ve Batı Trakya'yı birleştirerek Osmanlı devletinden ayrı bir siyasi kuruluş yapmaya çalışmak. Çünkü onlar da Osmanlı devletinin yıkılmakta olduğunu görüyorlardı. Amaç, ''Trakya Cumhuriyeti'' idi.
Bütün bu dağınık fikir ve hareketlerin örgütlendiği devirde Mustafa Kemal'in son kararı Anadolu'dan idare edilecek bir hareketin başına geçmekti. İşte bunun için bir görev bulunmuştu. Samsun ve çevresinde Türklerin başlattığı gerillayı bastırmak.
Lağvedilmiş Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı General Mustafa Kemal'in Anadolu'da Dokuzuncu Ordu müfettişliğine atanmasını tasdik eden irade çıkmış oluyordu (30 Nisan 1919) (3). Bölge olarak da Sıvas, Van, Trabzon, Erzurum vilayetleri ile Samsun sancağı sınırları içindeki yerlerdi. Bu müfettişliğin emrinde iki kolordu bulunacaktı. Biri, merkezi Sıvas'ta bulunan ve kumandanı Samsun'a Mustafa Kemal ile beraber giden general Refet (Bele) olan 3. ve diğerinin de merkezi Erzurum'da ve kumandanı General Kâzım Karabekir olan 15. Kolordu idi. Ancak yetki emrinde müfettişlik bölgelerini çevreleyen ordu birliklerine de emir verebilecekti. Bunlar Ankara, Kastamonu, Elazığ, Bitlis ve Diyarbakır'dı. Fakat asıl önemlisi bu yetkinin sadece askeri değil, aynı zamanda mülki olması idi. Bu geniş yetkilerin kendisine nasıl verildiğini Mustafa Kemal büyük nutkunda da açıklarken diyor ki: ''Bana bu yetkileri onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Sebep Samsun ve çevresindeki asayişsizliği yerinde görüp tedbir almak içindi'' diye kaydettikten sonra, ''Ben bu görevin yerine getirilmesi için bir makam ve yetki sahibi olmayı ileri sürdüm, bunda bir sakınca görmediler. O tarihte Genel Kurmay'da görevli olan ve benim gayemi anlayan yetkili kişilerle görüştüm. Bunun için bana müfettişlik görevini buldular. Selahiyetnameye ait talimatı da ben kendim yazdırdım'' diye kaydeder.
Bu belge sonraları da söz konusu olduğu zaman Mustafa Kemal, onu nasıl arkadaşları ile anlaşarak hazırladığını anlatmıştır.
13 Mayıs 1919 tarihli Harbiye Nezareti'ne gönderdiği yazıda Dokuzuncu Ordu Müfettişi sıfatıyla istekleri şudur:
1) Müfettişlik karargâhı mensuplarının (14 kişi) üç aylık maaşlarının çıkarılması,
2) Müfettişliğin fevkalade masrafları için bir avans verilmesi,
3) En az iki binek otomobilinin lüzumlu olduğu.
4) Karargâhın seferi kabul edilmesi.
Mustafa Kemal bunlar yerine getirildiğinde hemen görevi başına hareket edeceğini de bildiriyordu.
Mustafa Kemal İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinin ertesi günü 16 Mayıs gecesi Bandırma Vapuru'yla İstanbul'dan, on dört kişilik karargâhı ile ayrılmış ve 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkmıştır.
Hayatının 39. yılına bastığı ayda, General Mustafa Kemal, Türkiye'yi kurtarma ve yeni bir devlet kurma devrine girmiştir. Samsun'a çıktıktan üç gün sonra İstanbul'da sadaret makamına yazdığı rapor, milli kurtuluş hareketimizin ilk fikri hazırlığının belgesidir. 22 Mayıs 1919 tarihli bu raporda ''Türklüğün yabancı idaresine tahammülü olmadığını, İzmir'in Türklerce önemli vilayetlerden biri olduğu, hiçbir yabancının memleketimizi işgaline razı olamayacağını, askeri kuvvetle yapılan bu işgalin geçici'' olduğunu ifade ettikten sonra, şu program cümleyi yazıyor:
''Millet birlik (yekvücud) olup hâkimiyet esasını ve Türk duygusunu hedef tutmuştur.'' Mustafa Kemal bu resmi belgede Osmanlı hükümetine çok açık bir ifade ile kurtuluş hareketinin birliğe, milli egemenliğe ve Türk milliyetçiliği fikrine dayanacağını bildiriyordu.
1918 mütarekesinden sonra bölgede kurtuluş çareleri aramak ve böylece hiç olmazsa bir yarı egemenliğe kavuşmak için örgüt kuran veya Osmanlı devletinden tamamen ayrılarak başka devletlerin himayesine girmek isteyen çalışmalar karşısında Mustafa Kemal Atatürk, bu cümlesi ile hedef tayin etmiş ve bir prensip koymuş oluyordu:
1) Yurt büyüklüğünde birlik,
2) Demokratik esasa dayanan egemenlik,
3) Milli benliği kuvvetlendirecek Türklük duygusu.
Bunun Osmanlı hükümetinde hiçbir akis yapmadığı anlaşılıyor. Bundan sonra Mustafa Kemal'in Havza'ya gidişi yeni bir teşebbüse neden olacaktır (25 Mayıs - 12 Haziran). Havzalılarla görüşürken ''Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız ve memleketi kurtaracağız'' diyor. 28 Mayıs 1919'da ise Havza'dan mülki amirlere, bütün kumandanlara gönderdiği bildiride genellikle işgallere karşı, özellikle İzmir'den sonra Manisa ve Aydın'ın da alınması gelecek tehlikeyi daha da açık bir surette gösterdiğinden, yurt bütünlüğünün korunması ve işgalleri protesto etmek amaçları ile milli gösterilerin daha heyecanlı ve sürekli bir surette mitingler halinde yapılmasını tavsiye ediyor. Aynı zamanda bu milli gösterilerin telgraflarla İstanbul hükümetine, yabancı devletlere ve kamuoyuna duyurulmasını istiyor.
Mayıs 1919'daki bu tek imzalı belgeler üç yönlü olarak tarihi değer taşır. Bunlar ilk önce Osmanlı hükümetine, onun esas rejimini kökünden sarsan, milletin egemenliği fikrini yayması, sonra yurtiçinde milletin gösteri yolu ile medeni ölçüleri aşmayan bir durumda işgalleri protesto etmesi, üçüncü olarak da silahlı kuvvetlerin küçük gruplar halinde gerilla taktiği ile düşmanı oyalamasını sağlamasıdır. Fakat bunların en önemlisi asıl ordu kuvvetlerinin savunmaya hazır bir duruma gelebilmesidir.
İstiklal Savaşı'ndan sonra (1920-1922) yeni bir devlet şekli olan cumhuriyetin (1923) kurucusu Mustafa Kemal, memleketin kalkınması için Türk inkılabının önderi olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder