10 Şubat 2010 Çarşamba

Hazarlar ve Karaylar

Hazarlar ve Karaylar

Dünyada halen Hazar adı ile anılan bir millet veya topluluk mevcut değildir. İsa sonrası VI-XI. yüzyıllar arasında yaşadıkları ve büyük bir devlet kurdukları kesinlikle bilinen Hazarların, hiçbir iz ve eser bırakmadan tarih sahnesinden silinmiş olması mantıken mümkün görülemez. Dolayısıyla onların devamı ve mirasçıları sayılabilecek bir topluluğun dünyada var olması gerekir. Bu varis topluluğu öncelikle eski Hazar devleti sınırları içinde aramak gerekir. Yapılan araştırmalar sonunda eski Hazar devleti sınırları içinde Hazarların bakiyyesi sayılabilecek bir topluluk tespit edilmiştir ki, bu topluluk "Karaylar" veya "Karaim Türkleri" dir.

      Karaylar son zamanlara kadar çoğunlukla Kırım ve Kafkasya (Hazar Devleti alanı) çevresinde yaşayan, Türkçe konuşan fakat Tevrat'a ve Hz. Musa'ya inanan Musevi bir topluluktur. Karayların dilleri Türkçe, dinleri ise Musevîliktir. Kısmen Yahudiliği benimsemiş olan Hazarlarla, halen eski Hazar devleti sınırları içinde yaşayan, onların kültürlerini taşıyan ve Tevrat'a inanan Karay Türkleri arasında bir ilişkinin olması tabidir. Dolayısı ile Hazarlarla Karaylar arasındaki ilişkiyi ele alıp incelemek ve bu iki topluluğun siyasi ve dini tarihlerini kısaca gözden geçirerek konuya açıklık getirmek yerinde olacaktır.

       Hazarlar
      Hazar kelimesi "gez" anlamına gelen "kaz" kökünden türetilmiş Türkçe bir kelimedir. "kazar", gezer anlamına gelmekte olup, Anadolu Türkçesinde serbest dolaşan, bir yere bağlı olmayan göçebe demektir. Muhtemelen kelime, gezer, gazar, kazar ve hazar şeklinde etimolojik bir seyirden sonra nihai şeklini almıştır. Hazar kelimesi diğer dillerden Arapçada "el-Hazar", İbranicede "Huzari, Kozar", Latincede "Gazari, Chazari", Gürcücede "Hazari", Macarcada "Huszar" ve Çincede "Ko-sa, ka-sat" şeklinde kullanılmaktadır.

     Tarihçilerin büyük bir çoğunluğunun Türklerin bir boyu olarak kabul ettiği Hazarları, bazı Batılı bilim adamları sonraları Türkleşmiş bir boy olarak isimlendirmişlerdir. Hazar adının Türkçe bir kelime olması bir yana, en eski Çin kaynaklarında "Tu-kuo Ko-sa" yani Türk-Hazar tabirinin geçmesi ve Hazarlarla çağdaş olan Arap kaynaklarının büyük bir kısmında onların Türk menşe'li olarak takdim edilmesi, Hazarların Türklüğünü hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koyar. Hazar devletinin kurucusu olan Hazar boyu özbeöz Türktür. Hazarlar konusunda batılıların da itibar edip kabul ettiği en sağlam delil, Hazar Hakanı Yusuf'un Endülüs veziri Hasday b. Şarput'a yazmış olduğu mektupta Hakan Yusuf, kendi soy kütüklerini şöyle açıklamaktadır.

     "Atalardan kalma soy kütüğümüze göre Togarma'nın on oğlu vardı. Bunları soylarından Uygur, Dursu, Avar, Hun, Basila, Tarniak,Hazar, Zagora, Bulgar ve Sabirler gelmektedir. Biz yedinci oğul Hazar'ın soyundan geliyoruz. Mektupta bahsetilen Togarma, Yasef'in oğlu olup soy kütüğü kitaplarına göre Türklerin babasıdır. Bu ifada birinci derecede mühim bir kaynaktan çıktığına göre ona itibar etmek gerekir.

     Hazar bölgesinde yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkan malzemeler arasında Türkistan kökenli kılıçlar, baltalar vb. kültür malzemeleri bulunmuştur. Bu durum, Hazarların Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki bölgeye Türkistan'dan geldiklerini ve onların Türk menşe'li olmalarının gerekliliğini gösterir.

     Hazarların sosyal hayatı tamamı ile Türk tarzına göre düzenlenmiştir. Devlet sistemleri ve bilinen dil kalıntıları bütün ile Türk özelliği göstermektedir. Hakan Yusuf'un mektubuna göre, Hazar Hakanlarının, İbranice isimlerinden ayrı olarak öz Türkçe isimleri de vardı. Bu durum, onların Türk menşe'li olduklarını açıkça gösterir.
Bazı araştırmacıların Hazarları, Sabirlere, Göktürklere veya Suvarlara bağlamak istemelerine rağmen, biz onların çok eski dönemlerden itibaren ayrı bir Türk boyu olarak var olduklarını kabul ediyoruz. Ancak onlar devletlerini kurmadan önce fazla etkili olmadıklarından, fazlaca bilinmemiş ve tanınmamış olmalıdırlar. Belki de onlar o dönemlerde tabi oldukları hakim zümrelerin adları ile anılmışlardır. Onlar güçlenerek devletlerini kurmuşlar ve siyasi bir güç haline geldikten sonra Hazar adını tarih sahnesine çıkarmışlardır.
       Hazarların Orta Asya'dan çıkarak Hazar Denizi kıyıların gelmiş olduklarını daha önce belirtmiştik. Ancak bu göçün ne zaman meydana geldiğini tespit etmek çok güçtür. Hazar Devletinin kuruluş tarihi olan M.S. 558 yılından önceki dönem hakkında verilen bilgileri ihtiyatlı olarak karşılamakla beraber bu bilgileri kısaca belirtmekte fayda görüyoruz.
Gürcü kaynaklara göre Hazarlar, bu bölgeye İsa öncesi devirlerde gelmişlerdir. Gürcü tarihlerine göre Gürcü kralı Mirvan (M.Ö. 167-123) Hazarlara karşı savaşmıştır. Ermeni vb. kaynaklara göre Hazarlar, Milattan sonra II. yüzyılın ilk dönemlerinde Ermenilere karşı savaşmışlardır.

       M.S. III. Yüzyıldan itibaren Hazarları bazen Roma İmparatorluğu, bazen de Pers İmparatorluğu saflarında savaşırken görürüz. V. Yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan Avarların bir süre Hazarlara hakim olduklarını tespit ettiğimiz gibi, VI. Yüzyılda Hazar-Pers savaşlarının giderek arttığını, sonunda Anuşirvan tarafında Bab el-Ebvab'ın Hazarlardan korunmak üzere inşa edildiğini görüyoruz. VI. yüzyılda bir süre Göktürk devletinin hakimiyeti altına giren Hazarlar, çevrelerindeki Sabir ve Sargur kütlelerini de bünyelerine alarak Göktürk Devletinin batı kolu şeklinde 558 yılında Hazar Devletini kurdular.

       Bu zamana kadar teşkilatlı bir devlet, görünümü vermeyen ve sadece akını bir hüviyette görünen Hazarlar, bundan sonra belli bir devlet teşkilatına ve sistemine kavuşmuşlardır. 558 yılından 620 yılına kadar olan dönemde Sabir, Saragur, Semender, Belencer vb. Kuzey Kafkasya kabileleri üzerinde hakimiyet sağlayarak bir kabileler federasyonu şeklinde Göktürklere bağlı olarak yaşayan Hazarlar, 627 yılında Göktürk devletinin yıkılmasından sonra 630 yılında bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmıştır.
Tam bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkışlarından sonra Hazarlar, çevrelerindeki diğer devlet ve kabileleri itaatleri altına almaya başlamışlar, öncelikle Bulgarlar ve Slavlar üzerine akınlar yaparak onlara hakimiyetlerini kabul ettirmişlerdir.

      VII. Yüzyıl içinde Araplarla karşılaşmaya başlayan Hazarlar, bir asrı aşkın bir süre Müslüman Araplara karşı savaşmışlar, bazen onları yenerek, bazen de mağlup olmuşlardır. VII ve VIII. Yüzyıllarda bir yandan Araplarla savaşırken öbür yandan Doğu Avrupa ve Orta Avrupa ve Balkanlara doğru yayılmaya devam eden Hazarlar, Ruslar başta olmak üzere Slav kabilelerini, Macarları itaatleri altına almışlar, hatta onların devlet kurmalarına ve örgütlenmelerine yardımcı olmuşlardır.IX. yüzyıldan itibaren daha önce himayelerine almış oldukları ve teşkilatlandırdıkları Ruslar, Bizans'ın da tahrikleri neticesinde Hazarlara karşı hücuma geçmeye başlamışlardır. Daha önce Hazarlara itaat eden bazı Türk boylarının da bu saldırılara destek vermesi neticesinde Hazar devleti zayıflamaya başlamıştır.

      965 senesinde Rus, Bizans ve Peçenek müşterek saldırısı karşısında dayanamayan Hazar devleti,Rusların eli ile bu tarihte çökertilmiş ve bir daha kendine gelememiştir. Şöyle veya böyle 1030 yılına kadar ayakta kalabilen Hazar devleti, çevredeki diğer Türk boylarının da saldırıları neticesinde bu tarihte devlet varlığını kaybetmiş ve tarih sahnesinden silinmiştir.

     1030'lu yıllardan itibaren yerini Kıpçaklara bırakan Hazarlar, devlet olarak değilse bile, bir topluluk olarak varlıklarını bölgede uzun süre koruyabilmişlerdir. XII, XIII ve XIV. yüzyıllarda bölgede varlıkları tespit edilebilen Hazarların adı, XV. yüzyıldan itibaren bölgeden kaybolmuştur.

Görüldüğü gibi, Hazarların Karadeniz ile Hazar Denizi arasında kalan bölgedeki varlığına Milat öncesi ikinci yüzyılda rastlanmaya başlıyor. Milat sonrası VI. yüzyılın ortalarına kadar devlet organizasyona sahip olmadan bölgede varlığını devam ettiren Hazarlar, 558 yılında Göktürklere bağlı bir devlet olarak ortaya çıkıyor ve bu bağlılığını 620 yılına kadar sürdürüyor. 630 yılından itibaren tam bağımsız bir devlet olarak gelişmeye başlayan bu devlet, 700 yılına kadar varlığını bölgede sağlama almaya gayret ediyor. 700-850 yılları arası Hazar Devletinin yükselme devri olarak kabul edilebilir. 850-950 yılları arası zayıflama dönemi, 965 yılı ise devletin çökmeye başladığı zaman olarak alınabilir. Bu tarihten sonra yaklaşık 70 yıl devlet olarak bölgede yaşamaya gayret eden Hazarların, devlet varlığı 1030'lu yıllarda sona ermiştir.

       Yaklaşık beş asır bölgede bir devlet olarak varlığını devam ettiren Hazarlar, sadece bu bölgede değil, Asya ve Avrupa'nın büyük bir bölümünde sosyal, siyasel ve kültürel açılardan büyük tesirler meydana getirmişlerdir.Başta Selçuklular, Ruslar ve Macarlar olmak üzere Hazarlardan sonra ortaya çıkan birçok devletin müesseselerinin temelinde Hazar müesseseleri vardır. Selçuklu askerî ve idarî sisteminde olduğu kadar Rus devlet müesseselerinde hep Hazar izleri vardır. Madenlerin işlenmesi, silah sanayi, altın ve gümüşün ziynet olarak işlenmesi, şehir planları, yapı plan ve teknikleri bakımından Hazarlar sadece Rusların ve Macarların değil, belki de bütün Avrupa'nın hocası durumundadırlar.
Hazarlar, ekonomik açıdan bugün bile model alınabilecek mükemmel bir sisteme sahiptirler. O dönemde başkent Etil, dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biri idi.

       Etil şehri açık Pazar olarak dünyanın çeşitli yerlerinden gelen tüccarları bünyesinde barındırıyordu. Devlet, ülkenin bütününde ekonomiye hiçbir şekilde müdahale etmiyor, ticari mallardan sadece vergi almakla yetiniyordu. Ülkede tam anlamı ile rekabete dayanan ve özel teşebbüs eli ile yürütülen bir ticaret hayatı mevcuttu. Devlet, aldığı vergiye mukabil, öncelikle ticari eşya naklinde yol güvenliği sağlıyor, ticari ilişkilerde ortaya çıkan ihtilafları adil bir tarzda çözmek için gerekli tedbirleri alıyordu. Bunun dışında devlet, işletmecilik başta olmak üzere serbest ekonomiye zarar verecek hiçbir şey yapmıyordu.
Sadece ekonomik yönü itibarı ile Hazar devletinin incelenmesi neticesinde ekonomik açıdan, onlardan alınabilecek pekçok şeyin var olduğunu söyleyebiliriz.

      Nitekim, A.B.D. de Hazarları araştırmak üzere bir Hazar Araştırmaları Enstitüsü'nün kurulduğunu görüyoruz.Beş asır devlet olarak varlığını sürdüren Hazarlar, dini hayat bakımından dünyada örnek alınabilecek ender topluluklardan biridir. Hazar ülkesinde tam anlamı ile dini bir serbestlik mevcuttu. Hazar başkenti Etil'de Müslüman, Hristiyan, Musevî ve diğer din mensupları hep bir arada barış içinde yaşıyorlardı. Ülkenin tamamında tam bir düşünce ve din hürriyeti vardı, kimse inancından döndürülmek istenmiyor ve kimseye inancı dolayısıyla baskı yapılmıyordu.

      Hazarlar bu bölgeye gelmeden önce Türkistan'da eski Türk dini inancında idiler. Onlar, Hazar Denizi kıyılarına göçettikten sonra bir süre daha bu dini inanca bağlı kaldılar. Ancak Hazar Devleti kurulup Hazarlar siyasi bir güç olarak sahneye çıktıktan sonra üç ilâhi dinin mensupları Hazarları kendi inançlarına çekmek üzere faaliyete başladılar. Dönemin Abbasi Devleti yöneticileri onları Müslümanlığa davet ederken, Hristiyan Bizans yöneticileri de onları Hristiyanlıştırarak kendi saflarına çekmek istiyordu. İşte bu sırada Bizans İmparatorluğunun İstanbul'dan sürdüğü bazı Yahudi din adamları önce Kırım'a geçtiler, oradan da Hazar ülkesine, Hazar sarayına gelerek Hakan'ın insafına sığındılar.
Hakan, bu gelen sığınmacılara çok iyi davrandığı gibi, onlardan kendi dinleri hakkında bilgi aldı. Hazar sarayına gelen bu Yahudi din adamlarının propagandaları neticesinde Hakan (Yusuf'un mektubuna göre Hakan Bulan) ve yakın çevresi Yahudi dinini kabul ettiler. İşte bu olay, tarihte "Hazarların Yahudiliği kabul etmesi veya Yahudileşmesi" şeklinde yerini almıştır. Zamanla halktan bazı insanlar da Yahudilerin dinini benimsediler, hatta Hazar boyundan olmayan Kıpçak, Kaliz vb. Türk boylarından bazı kimseler de Musevîliği kabul ettiler.
       Burada akla şöyle bir soru gelmektedir. Yahudiler, İsrail ırkından olmayan insanları kendi dinlerine almadıkları halde Hazarları nasıl dinlerine kabul ettiler? Bu soruya verilecek cevap, Karay Türklerinin menşe'i problemine de çözüm getirecektir. Yahudi tarihinin en eski dönemlerinden beri Yahudiler Talmud'u kabul edenler ve Talmud'u kabul etmeyenler olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Orta çağlardan itibaren bunlardan birincilere Rabbanîm(Rabbaniler), ikincilere ise Kaim (Karailer) denilmeye başlandı. Başka ırklardan insanları dinlerine almayan Yahudiler, birinci sınıfı teşkil eden Rabbanim yani Talmud'cu Yahudilerdir. Karai Yahudiler tarihin her döneminde başka ırklardan insanları kendi dinlerine kabul etmişlerdir. İşte Hazar ülkesine giderek Hazar Hakanına ve çevresine Yahudiliği benimseten o günkü Yahudiler, sadece Tevrat'a inanan, Talmud'u kabul etmeyen Karaim Yahudileridir. Hazar ülkesinde Karaim Yahudiliği kabul eden insanların sayısı Dunlop vb. bazı tarihçilerin abarttığı gibi çok fazla değildi, dolayısıyla bugün sayıları milyonlarla ifada edilen Doğu Avrupa Yahudilerinin tamamının Hazarlardan geldiğini söylemek doğru değildir. Belki günümüzdeki Doğu Avrupa Yahudilerinde bir miktar Hazar kanı olabilir, ancak bu abartıldığı kadar yüksek oranda değildir.

       İslâm tarihçisi Mes'udi'nin verdiği habere göre o dönemde Hazar başkenti Etil'de yedi hakim vardı. Bunlardan ikisi Müslümanların, ikisi Hristiyanların, ikisi Yahudilerin, bir ise diğer dinlere mensup olanların davalarına bakıyordu. Dolayısıyla bu ülkede kimse inançları yüzünden horlanmıyor, inançlarına ters bir muamele ile de karşılaşmıyordu. Türkiye'de ve dünyada laikliği veya dini müsamahayı uygulamak isteyenler de öncelikli olarak Hazarların dini tarihini incelemelidirler.

       Karaylar
       Hazar Devletinin yıkılmasından sonra Hazar ülkesinde bulunan çok sayıda Müslüman, diğer Müslüman kavimlerle karışıp kaybolmuştur. Hazar Müslümanları özellikle Kıpcak, Karaçay, Karabarda gibi Müslüman Türk boylarının içinde erimişlerdir. Devlet yıkıldığı sırada ikinci büyük dinî topluluğu oluşturan Hristiyanların bir kısmı Hristiyan Slav kabilelerine karışarak onların arasında erimişlerdir. Diğer bir kısmı ise Hazar ülkesinden yine bir Hristiyan devleti olan Bizans'a göçetmişlerdir. Bu göç deniz yolu ile olduğu gibi, kara yolu ile Doğu Karadeniz kıyılarını takip ederek Kuzey, Doğu, Orta ve Güney Doğu Anadolu topraklarına olmuştur.

       Bölgeye gelen bu göçmenler bunlarda daha önce Rumlar ve Ermeniler tarafından kurulmuş olan kiliselere intisab etmişlerdir. Rum ve Ermeni kiliselerine katılmış olmakla beraber bu insanlar uzun süre Rumca ve Ermenice konuşmamış, sadece Türkçe konuşmuşlarındır. Onbirinci asırda Anadolu'ya gelen bu insanlar, tam beş asır Rumca veya Ermenice öğrenmemiş, onüç ve ondördüncü asırlarda Anadolu'da inşa ettikleri kilisenin kitabelerini bile Rum veya Ermeni alfabesi ile Türkçe yazmışlardır. Onyedinci asırdan itibaren Anadolu'ya gelen Katolik misyonerlerinin faaliyetleri neticesinde bunlardan bazıları Rumca veya Ermenice öğrenmişlerse de bazıları Türkçeden başka dil kullanmamakta ısrar etmişlerdir.

       Bunlardan Karamanlılar, kurtuluş savaşından sonraki müdahale neticesinde Yunanistan'a gönderilirken bile Rumca bilmiyorlardı. Karadeniz kıyılarını takip ederek Anadolu'ya gelen bu Hristiyan Hazarlardan, maalesef bir süre sonra Rum kilisesine katılanlar Rumlaşarak Ermeni kilisesine katılanlar da Ermenileşerek Hazarlıklarını kaybetmişlerdir. Bugün Doğu ve Orta ve Güneydoğu Anadolu'nun birçok yerinde bu Hristiyan Hazarlardan izler mevcuttur. Hazar Dağı, Hazar Gölü, Hazarşah, Hazri, Hazro, Hazriyan, Hazara vb. pekçok isim bize Anadolu'daki Hristiyan Hazarların izlerini göstermektedir.
 
 
Hazar devletinin yıkılmasından sonra Musevî Hazarların bir kısmı Kıpçaklar tarafından Rusların içine sürüldü. Ruslara karışan bu Musevî Hazarlar, misyoner propagandaları sonunda Hristiyanlığı kabul ettiler. Ancak, bunlandan bir kısmı Hristiyanlığı kabule yanaşmayınca Ruslar bunları baskı ve işkence yolu ile Hristiyanlaştırdılar. Bunlar dış görünüşleri itibarı ile Hristiyan gibi idilerse de uzun süre gizlice Musevîliklerini sürdürdüler. Yahudi kaynakları, ondokuzuncu yüzyılda Çarlık Rusyasında Pazar günleri kiliseye gittiği halde Cumartasi günü de Şabat'ı kutlayan bu gizli Yahudilerden bahsetmektedirler.

       Sürgüne gönderilenlerin dışında kalan Hazar Yahudileri bir süre sonra kendileri için daha emin olarak gördükleri Kırım'a göçettiler. Kırım'a toplanan cemaate Kıpçaklardan, Kalizlerden Musevîlği kabul etmiş olanlar da katılarak toplumu büyüttüler. Kırım'da bu şekilde ortaya çıkan yeni cemaatin içinde Hazar asıllılar, Kıpçaklar, Kalizler vb. boylardan insanlar vardı. Ortaya çıkan bu yeni cemaat, karma bir cemaat olduğundan Hazar veya Kıpçak adı ile değil de bağlı bulundukları mezhep adı ile anılmaya başlandılar.
Bilindiği üzere Hazarların kabul etmiş olduğu Yahudi mezhebinin adı Karaim idi. Dolayısı ile yeni ortaya çıkan bu topluluk, Karaim cemaati olarak anılmaya başlandı. Karaim isminin yoğun olarak kullanılması XV. asırdan sonra olmuştur.

       Bu topluluğun esası Hazarlara dayanmakta olup, çoğunluğu Hazar Musevîleri teşkil ediyordu. Ancak, Kıpçakların Hazar Devleti yıkıldıktan sonra bölgeye iki asır hakim olmalar sebebi ile topluluk, Hazar lehçesi yerine Kıpçak lehçesi ile konuşmaya başladı.Fakat konuşulan dil tam bir Kıpçakça değildi,Hazarca kelimelerin de içinde bulunduğu, ama Kıpçakçanın hakim olduğu farklı bir Kıpçak lehçesi ki, buna dilciler Karaim Türkçesi ismini vermektedirler. Karaim kelimesi aslında İbranice bir kelime olup, orta çağlardaki bir Yahudi mezhebinin ismidir.

       Bu mezhepte başlangıçta sadece İsrail kavminden insanlar vardı, ancak kısa sürede başka ırklardan insanlar bu mezhebe girmeye başladılar ve bu başka ırklardan insanlar giderek çoğunluğu sağladılar. Bir süre sonra israil kökenliler tamamen yok oldukları gibi, Türklerin dışındakiler de zamanla azınlığa düştüler. XIX. yüzyılın sonlarına doğru mezhep mensuplarının nerede ise tamamını Türklerden oluşturmaya başladı. Dolayısıyla kelime artık bir dini veya mezhebi ifade etmekten çok, bir Türk kavmini temsil etmeye başladı.
Karaim kelimesi, İbranice çoğul bir kelimedir, tekili "Karai" şeklinde olup, sona takılan "im" eki çoğul ekidir. Bazen kelimenin yanlış bir şekilde iki çoğul eki ile "Karaimler" şeklinde de kullanıldığına rastlanıyor. 

       Arap alfabesi ile yayınlanan bazı eski Kırım Kaynaklarında kelimenin Karaim değil, Karayım şeklinde geçmesi neticesinde genel olarak Yahudi mezhebinden bahsedildiği zaman Karaim kelimesinin, Mezhep değil de belli Türk boyu kastedildiği zaman onların kullandıkları gibi çoğul olarak Karayım, tekil olarak Karay kelimelerinin kullanılmasının daha uygun olduğuna inanıyor ve bu yüzden biz Yahudiliğin Karaim mezhebine mensup olan Türk cemaatine Karay ismini veriyoruz.

      Büyük çoğunluğu Hazar asıllı olan, Kıpçakçanın farklı bir şivesini konuşan ve bağlı bulunduğu mezhebin ismi ile anılan Karay Toplumu, asırlar boyu Kırım'da varlığını sürdürmeye muvaffak olmuştur. Bunlar büyük nisbette Hazar kanı taşıyan, Hazarların etnik ve kültür yönünden varisleri olan insanlardır. Bunların sayıları bilinen ilk tarihlerinden beri pek fazla değildir.

      Karay toplumundan bazıları XIV ve XV. Yüzyıllarda Litvanya ve Polonya'ya göçettiler ve oraya yerleşerek bir cemaat oluşturdular. Ayrıca Hazar Devletinin yıkılmasından sonra hiçbir yere gitmeyip Kafkas dağlarında kalan ve varlığını orada sürdüren, anti Tamudist, Karaim Yahudilerinin var olduğunu ve bugün onların Dağlı Yahudiler olarak adlandırıldıklarını da biliyoruz.
Kırım'dan ayrılan Karayların bir kısmı direkt olarak İstanbul'a gelip yerleşirken, diğer bir kısmı Kırım'dan , önce Romanya'ya, oradan Edirne'ye ve oradan da İstanbul'a gelip yerleşmişlerdir. Dolayısı ile İstanbul'da da bir Karay cemaati oluşmuştur. 1917 Ekim ihtilaline kadar bütün Rusya'daki Karaylar çok rahat idiler, ancak ihtilalden sonra bunların rahatları kaçtı ihtilal sonrası bir kısım Karaylar Kırım ve Rusya'yı terkederek Avrupa ülkelerine, Amerika'ya ve Mısır'a göçettiler. Mısır'a göçedenlerin hemen hemen tamamı 1947 Kanal savaşından sonra İsrail'e giderek Ramle lydda bölgesine yerleştiler. Bugün İsrail kaynaklarının verdiği bilgiye göre İsrail'de 15 bin civarında Karay Türkü yaşamaktadır. Kendileri ile görüştüğümüz İsrailliler, Mısır'dan gelen göçmen Karayların Türk kökenli olmadığını söylediler.
       Halbuki Mısır'dan gelen Karayların kahir ve ekseriyeti daha önce Kırım'dan Mısır'a göçetmiş Türk Karaylarıdır. 1917 yılında Ruslardan büyük bir darbe yiyen Kırım Karay Türkleri, İkinci Dünya Savaşında Ruslardan daha büyük bir darbe yemişler ve en az 30 bin Karay Türk'ü Sovyet coğrafyasının değişik yerlerine sürgüne gönderilmiştir.

       Bugün, A.B.D. Avrupa'nın çeşitli ülkeleri, Türkiye, İsrail ve eski Sovyet coğrafyasında olmak üzere bütün dünyada 30.000'in üzerinde Karay yaşamaktadır. Ancak, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra daha önce tespit edilen rakamların eksik kaldığı da anlaşılmaktadır. Bugünkü Azerbaycan coğrafyasında yaşayan Dağlı Yahudiler Karay olmalıdırlar. Azerbaycan'ın Kusar, Bakü, Gence gibi şehirlerinde varlığı tespit edilen Dağlı Yahudilerin sayıları bu rakamı daha da yukarı çıkarmaktadır.

      Halen İsrail'de yaşayan Karayların tamamı İbraniceyi öğrenmiş ve günlük konuşmalarında bu dili kullanmaktadırlar. İsrail'de Karayca gitgide çocuklar tarafından unutulmaya başlanmıştır. Karaim mezhebindeki evlilik kurallarının sıklığı ve bu mezhebin yakın akraba evliliklerini yasaklaması sebebi ile İsrail'deki Karay gençleri genellikle Talmudist Yahudilerle evlenmekte, bu durum da cemaatin küçülmesine sebep olmaktadır.

      Türkiye'deki Karayların sayısı 1985 yılında 150 civarında iken bu sayı 1993 yılında 95'e düşmüştür. 1960'lı yıllarda sayılan 1000'den fazla olan Polonya Karaylarının sayıları da bugün hayli düşmüştür. Ayrıca, Avrupa ve Amerika'daki Karay nüfusunda da gözle görülen bir azalmaya şahit olmaktayız. Daha önceleri kendilerinin Hazarların devamı olduklarını iftiharla söyleyen Kafkasya ve Azerbaycan'lı Dağlı Yahudiler, Amerika, Avrupa ve İsrail'den gelen Talmudist din adamlarının telkinleri ile kendilerinin Hazar asıllı olmadıklarını, Karaim mezhebi ile de bir ilgilerinin bulunmadığını, dolayısıyla kendilerinin İsrail kökenli ve Talmudist olduklarnı söylemeye başlamışlardır.

      Karaylar, Türk tarihinde önemli bir yeri bulunan Hazarların, torunları ve onların devamıdırlar. Karay kültürü Türk kültürünün bir parçasıdır. Öyle ise Türk dünyası Karaylara gereken ilgiyi göstermelidir. Ayrıca, Türkiye Cumhuruyeti Devleti de kendi milletinin ve kültürünün bir parçası olan Karayları ve onların kültürlerini korumaya almalıdır.



1 yorum: