20 Şubat 2010 Cumartesi

Türkler ve Osmanlılar

Bütün tarihi kaynaklar Osmanlı Devleti'nin Türk ulusu tarafından kurulduğunu kanıtlamaktadır. Ancak kuruluş aşamasını tamamlayan ilk kuruculardan sonra Osmanlı padişahlarının ne denli Türk oldukları kuşkuludur. Çünkü kuruluş dönemindeki koşullarda geçerli olan; komşu ülkelere saldırma ve onlardan savaş tazminatı ve ganimeti alma siyasasına dayalı olarak güçlenip zenginleştikten sonra yatak odalarını "harem'ler kurarak zenginleştiren padişah-halifelerin birçoğu sayesinde ırk ve kan birliği bozulmuş olduğu görülmektedir. "...Bütün kadın sultanlar bütün padişah anaları hep yabancı ırklardan alınan köle kadınlardan geldiler. Hanedanda bu kan yabancılığı Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahına kadar devam etti"(1)

Belki bu özelliklerinden dolayı "halife" sanlı padişahlar bu sanın yarattığı olanaklardan yararlanarak yönetimi altında bulunan ve özellikle "Türk" kimliği taşıyan yönetilenleri tıpkı bir sürü gibi yönetmeyi yeğlemişlerdir.

Henüz kuruluş dönemi olan 1466 yılında yapılan bir derlemede "Türk iti şehre gelince Farisice ürer" denilmektedir.(2) Osmanlı şairlerinden Baki'nin "Muhteşem Süleyman" olarak bilinen padişaha sunduğu bir şiirinin Türkçeleştirilmiş dizeleri şöyle:

"Her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olamaz.
Ey hoca Türk toplumundan olanın başı kabadır.
Türk sultan olma yeteneğinden yoksundur."

Yine bir Osmanlı şairi olan Nef'i ise; "Tanrı Türke irfan çeşmesini yasaklamıştır" demiştir.
Divan-ı Hümayun yazmanlarından Hafız Hamdi Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde "Baban da olsa Türkü öldür" nakaratını kullanmakta üstelik bu sözün İslam Peygamberi Hz. Muhammet'e ait olduğunu vurgulamaktadır. Sadece bir kıtasını yineleyelim:

"Sakın Türkü insan sanma.
Bir an bile olsa Türkle birlikte olma.
Türk eline şeker olsa o şeker zehir olur.
Türkün başını keserken sakın gam yeme.
Baban da olsa Türkü öldür."(3)

Osmanlı tarihinde çok saygın bir konumu olan Fatih bile Otlukbeli Savaşından dönerken elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda; öldürülen Türkmenlerin kulaklarını keserek küpelerini topladığını öğrenmiş ve "İşine devam et" demiştir.

Hırvat kökenli Sadrazam Kuyucu Murat döneminde (1606-1611) 155.000 insan doğranmış ya da diri diri kuyulara doldurulmuşlardır. Aman dileyen insanlara Kuyucu'nun yanıtı "Vurun şu pis Türkün başını" olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat Osmanlı'nın yetkilisi öldürülen çocuk da Anadolu'nun evladı Türktür. (Olayı ayrıntıları ile Osmanlı tarihçisi Naima'dan öğrenmek olasıdır.) Yavuz Sultan Selim'in halifeliği zorla da olsa aldıktan sonra yönetim ile Türk ulusu arasındaki anlayış ve ideoloji ayrılığı açık şekilde çelişmiştir. Yönetime dayalı şeriatçı anlayış üst yönetime egemen olur iken Anadolu'da yaygın olan Alevilik sayesinde Türk dili kendini koruma olanağı bulmuştur. Yönetimin Anadolu'yu dil unsuru aracılığıyla Araplaştırmasına ve Acemleştirmesine karşı olan bu halk yok edilmek istenmiştir. Bu nedenle Anadolu'da öldürülen Türk sayısı Yavuz Sultan Selim zamanında 40.000 kadardır. Bu gerçek Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk halkından koptuğunun açık bir kanıtıdır.(4)

Osmanlı tarihçisi Naima aynı bilinç içinde şöyle yazmaktadır: "Türkmen çözülüp gitmesi yamandır cem-ü iltiyamına derman yok." Yani Türk ulusu ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki bir daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve dermanı olmayacaktır.

Osmanlı tarihçisi Naima "Tarihi"nde Türkler için; nadan (kaba) Türk idraksiz Türk hilekâr Türk ifadelerini kullanmaktadır.(5)

Aslında Türkler hakkındaki kötü yargılar Selçuklulardan beri yaygındır. Örneğin Selçuklu yazar Aksaraylı Kerimeddin Mahmud şunları yazmıştır: "Hunhar Türkler köpek ve kurt gibidirler ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler fakat düşman kuvvetleri gelirse kaçarlar."(6)

Osmanlı düşüncesinde "kavmi necip" olarak görülen Araplar karşısında Türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında Sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; "Türk" deyiminin kullanılması dinsizlik kâfirlik sayılıyordu. "Türk hükümeti" "Türk ordusu" "Türk ülkesi" deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu. 1913 tarihli "Mecmuai Ebuzziya" dergisinin 94. sayısında; "Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir. Bizler yani Türkler Müslümanlık içinde erimişizdir. Türk falan değil sadece Müslümanız. Buharalı hanlar bile kendilerini Türk saymazlar. Zira onların cetleri de vaktiyle Türkistan'ı zaptetmiş olan Araplardan başka bir şey değildir" demekle kendisini ve Anadolu'da yaşayan bütün insanların kimliğini inkâr ediyordu. Üniversite profesörlüğü de yapmış olan Ahmet Naim 1913 yılında yazdığı "İslam'da Davai Kavmiye" adlı kitabında Türke karşı savaş açmış ve "Türkün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok... gerekli olan şeriatı öğrenmektir" demiştir. 1919-1920 yıllarında Şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve Padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise Türke Türklük benliği vermek isteyenlere "soysuzlar" yakıştırmasında bulunmuştur.(7)

Bu tutum ve koşullar içerisinde "Türk" kimliği yönetimin merkezi olan İstanbul'dan uzak savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan Anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili ve töreleri ile yaşamıştır. Zaman içinde "Türk" yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki kimi kez "Osmanlı Efendisine Türk' demek hakaret sayılmış" "Türk" sözcüğü Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur.(8)

İstanbul alındıktan sonra Osmanlı yönetiminde devletin en yüksek yürütme organları Türke kapalı tutulmuş devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır.(9) İstanbul'un alınmasından 4. Murat'ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde devşirmelerden 66 Türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atandığını aynı dönemde devşirmelerin toplam 167 yıl Türk kökenli sadrazamların da 17 yıl görev yaptığı(10) gerçeği Türklere yaklaşımı gösteren ayrı bir kanıttır. Padişahlar yakın korumalarını da hep devşirme (kul-köle) olanlardan seçmişlerdir.

Osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. 12. yüzyıl ortalarında Ahmet Yesevi'nin kurduğu; Türk geleneğini dilini ve kültürünü Şamanlık ile bütünleştiren (Bektaşilik gibi) tarikatlar Anadolu'da yayılmaya başladı. Bir taraftan Yesevi yanlısı ve Türk kimliğini taşıyan tarikatlar yayılır iken öte yandan da Sünni İran kültürünü benimseyen Nakşibendi Tarikatı yeniliklere karşı koyma alışkanlığını güden Zeyni Tarikatları ve Fars diline önem verdiği için daha çok aydınlar (!) arasında yayılan Mevlevilik yaygınlık gösteriyordu. Bu tarikatlar içinde Türk kökenli olanları doğal olarak Arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. Bu koşullar altında Türk halkı kendi yurdunda aşağılanmış oldu. "Kaba Türk" "Anlayışsız Türkler" "Pis Türkler" gibi önyargılar dönemin özelliklerinden oldu.(11)

Osmanlı yönetiminde Türke yaklaşım o denli aşağılayıcıdır ki o günlerden kalan aşağıdaki şiir bu yaklaşımı özetlemektedir:

"Türk değil mi Merzifon'un eşeği
Eşek değil köpekten de aşağı."

Osmanlı'nın bu yaklaşımına Türkün verdiği yanıt bir şiirin dizelerinde şu şekilde yer almıştır:

"Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekmede yok biçmede yok
Yemede ortak Osmanlı"(12)
Kendi yöneticilerinin bu tutumu karşısında yabancılardan da olumlu yorum beklenemezdi. Yabancılar Türkleri "yaklaşık 1000 yılına kadar Arapların esiri olan Türkler dağ insanı niteliğinde bir kavimdir"(13) şeklinde yorumluyorlardı.

Ulusçuluğun etkisi ile etnik kökenlilerin Osmanlı yönetiminden birer birer ayrılmaya başladığı 19. yüzyılın ilk yarısında hatta sonlarında bile Osmanlı yönetiminin Türke olan yaklaşımı değişmemişti. 1874 yılında "Dünya Tarihi" kitabının yazarı Askeri Okullar Bakanı Süleyman Paşa "Osmanlı devletin adıdır milletimizin adı Türktür" görüşünü savunmasına karşın bu düşüncesini kendi kitabında bile kullanmaya cesaret edememişti.(14)

Koçu Bey 4. Murat'a sunduğu risalesinde (küçük kitap) Türkler hakkında şunları yazıyordu: "...mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı Türk çingene tatar kurt ecnebi laz yörük katırcı deveci hamal ağdacı yol kesen yankesici ve diğer çeşitli kimseler..."

"Harem-i Hümayuna kanuna aykırı olarak Türk ve yörük çingene Yahudi dinsiz mezhepsiz nice kallaş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu." Bu sözler yazılıp Türk olduğu söylenen Padişaha veriliyordu.(15)

Abdülhamit'in Araplara ve islamiyete dayanan siyaseti Türkü Türkçüleri baş düşman olarak görmekteydi. Onun zamanında "Türküm demek Türkten söz etmek büyük suçtu".(16) Devletin dayandığı kendi halkına bu denli yabancılaşmasından olsa gerek Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı.(17) Zaten dini ile dilini de değiştiren bir ulusa Osmanlı Devletinden başka yeryüzünde rastlanmamıştır.

Osmanlı yönetimi kendilerini Türk olarak görmedikleri için Türk kökenliler "azınlık" konumunda kaldı. 1897 tarihinde bir İngiliz gezgini şunları söylüyordu: "Türk adı nadiren kullanılır onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya bir ırkı ayırt eden deyim olarak örneğin bir köyün 'Türk' veya Türkmen' olup olmadığını sorarsın ya da bir hakaret deyimi olarak örneğin İngilizce söyleyeceğin 'eşek kafalı' anlamında 'Türk kafa' diye homurdanırsın."(18)

Aynı yıllarda Türk-Yunan Savaşı ortamında Şair Mehmet Emin'in yayımladığı kitapta "Ben bir Türküm dinim cinsim uludur" dizeleri yer alıyordu. Ancak üstünlüğü kanıtlamak için şiirler yeterli değildi. Kendi yöneticisi tarafından aşağılanan üst üste gelen yenilgiler sonucunda benliğini kişiliğini yitiren ve varlığını yitirmek üzere olan Türk halkı tarihin en zor dönemini yaşıyordu.

Yabancıların Türk imgesi ise Osmanlı'nın Türke yaklaşımından farklı değildi. Türkologlara göre Türkler; insanlar arasında anlayış bakımından sonuncudur. İnançtan ötesini kavrayamazlar; anlamaya da çalışmazlar... İslam dininin Türkler üzerindeki etkisi iyi sonuç vermemiştir. Türkler Müslüman Asya'nın Avrupa'ya karşı savaşan askeri oldu. Müslümanlık Türk dehasına ters düştü. İslam bu "Yarı Çinliler"den "Acımasız İranlılar" yarattı.(19)

Türk aydınının durumuna gelince; çok az sayıda olsa da uyanma belirtileri başlamıştı. Bunlar arasında en önemlisi Ziya Gökalp adını taşıyor.

"Sorma bana oymağımı boyumu
Beş bin yıldır millet gibi yaşarım...
Deme bana Oğuz Kayı Osmanlı
Türküm bu ad her unvandan üstündür"

diye haykırıyordu.
Öte yandan özgür düşüncenin olmadığı bir ortamda kendi ulusal çıkarlarını savunma olanağından yoksun olan bir avuç kişi yurt dışında özgürlük arıyorlardı. Bu aydınlar yurt özlemi ile ülkelerinden aldıkları yüz kızartıcı haberlerin ve kötü gelişmelerin ezikliği içindedirler. Onlardan birisi o günlerin koşullarını şu duygusal satırlarla günümüze aktarmaktadır: "Bir mayıs sonu ya da bir haziran başı idi. Bağımsız fakat bütün kalbiyle İttifak Devletlerinin zaferini kutlayan bir Avrupa şehrinde başım eğik gözlerim yaşlı dolaşıyorum. Yüreğim bir derin uçurum kafam bir cehennemdir. ...Gün geçmiyor ki bir mağazada bir lokantada Türk olduğum anlaşılınca acı bir alay edilme veya ağır bir hakaretle karşılaşmayayım. ...lakabımız 'makak'tı. (bir çeşit şempanze maymun türü). ... gönül verdiğimiz genç kızlar Türklüğümüzü sezince bizden iğrenip kaçıyordu.

İşte o şehrin bu cehennem atmosferi içinde bir gün yılgın ve çekingen dolaşırken gözlerim ansızın bir gazete satıcısının sergisinde bir sürü gazete adı ve başlıkları arasında iri harflerle dizilmiş şu satırlara ilişiverdi: 'Bir Türk generali İtilaf kuvvetlerine karşı yeniden harbe hazırlanıyor.' Titreyerek gazeteyi aldım. Yürürken okuyorum; 'Mustafa Kemal Paşa isminde bir Türk generali.' "(20)
İşte o Mustafa Kemal önce bölgesel sonra ulusal toplantılarla Türke Türklüğünü dünyaya insanlığını anımsatacak uğraşısını başlatmadan önce geldiği İstanbul'dadır.

Ancak biz başa dönerek Osmanlı yönetiminin birinci derecede yöneticisi konumunda olan padişahların kökenlerine bir kez göz atalım. Böylece 3. padişah olan 1. Murat'tan başlayarak padişah analarının kökeni öğrenilecek Türk Ulusunun kanı ve canı üzerine kurulan saltanata karşın Türke düşman oluş nedeni daha iyi anlaşılacak "ecdat" özlemi çekenlerin "ecdatları" daha iyi tanınmış olunacaktır.



Dipnotlar:
1) Şevket Süreyya Aydemir Makedonya'dan... C.2 s.440.
2) Burhan Oğuz'dan aktaran Şakir Keçeli a.g.y. s. 118.
3) Aktaran Şakir Keçeli a.g.y. s. 121.
4) Çetin Yetkin Türk Halkı... s.161.
5) Naima Mustafa Efendi Tarih-i Naima Türkçeleştiren: Zuhuri Danışman İstanbul C.1 s.168 238 C.2 s.536. C.3 s.1180 C.4 s.169.
6) Aktaran Çetin Yetkin a.g.y. s.12.
7) Mustafa Coşturoğlu a.g.y. s.278 279.
8) Bozkurt Güvenç Türk Kimliği s.22 23 Cahen'den aktaran Bernard Lewis Modern Türkiye'nin Doğuşu s.1.
9) Hikmet Bayur a.g.y. s.15.
10) Hikmet Bayur a.g.y. s.17.
11) Özer Ozankaya Türkiye'de Laiklik İstanbul 1990 s. 253.
12) Özer Ozankaya a.g.y. s.121.
13) Warshew'den aktaran Bozkurt Güvenç a.g.y. s. 311.
14) Bozkurt Güvenç a.g.y. s.26.
15) Aktaran Çetin Yetkin a.g.y. s.145.
16) Esat Kamil Erkut a.g.y. s.63.
17) M.Rauf İnan Atatürk'ün Evrenselliği Önder Kişiliği Eğitimci Kişiliği ve Amaçları Ankara 1983 s.198.
18) Ramsay'dan aktaran Bernard Lewis a.g.y. s.331.
19) Türkoloji uzmanı Cahun'dan aktaran Bozkurt Güvenç a.g.y. s.308.
20) Yakup Kadri Karaosmanoğlu Atatürk İstanbul 1971 s.24 25.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder