6 Şubat 2010 Cumartesi

Cengiz İmparatorluğu

 

Cengiz İmparatorluğu

Kısaca Cengiz Han'ın Hayatı


Cengiz Han (ya da doğum adıyla Temuçin) (d. 1162 - 18 Ağustos 1227) Moğol politikacı ve ordu lideri ya da kağanıydı. Moğol kabilelerini buyruğu altında birleştirerek
Moğol İmparatorluğu'nu (1206-1368) kurmuştur. Bu imparatorluk Dünya tarihinin en büyük bitişik sınırlara sahip olan imparatorluğudur. Timuçin ismiyle Moğol Devleti hükümdarı akrabası olarak doğmuş, meritokratik (yeteğene bağlı) oldukça güçlü bir ordu kurmuş; ve tarihin en başarılı ordu liderlerinden biri olmuştur.
Kuzey Çin'deki Batı Şia Hanedanlığı'nı ve Çin Hanedanlığı'nı ele geçirmiş, İran'da Harzemşahlar Devleti de dahil olmak üzere bir çok yere fethetmiştir. Avrupa ve Asya'daki hakimiyeti; radikal olarak bu bölgelerin demografisini ve jeopolitikasını değiştirmiştir. Moğolistan İmparatorluğu; günümüze göre bakacak olursak; Çin, Moğolistan, Rusya, Azerbeycan, Ermenistan, Gürcistan, Irak, Türkiye, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Pakistan, Tajikistan, Afganistan, Türkmenistan, Moldova ve Kuveyt'in büyük bir bölümünü ele geçirmiştir.

Hayatının ilk yılları hakkında az bilgi vardır, ve oldukça az kaynaklar bize o döneme değin temel bilgiler vermektedir. Küçük bir kabilede doğmuş, ve babası O'na Temuçin ismini Temuçin Uge isminde bir Tatar liderini yakaladığı için verdiği ileri görülür. Başka bir deyişe göre de, elinde bir kan pıhtısıyla doğduğudur. Tahminen 1162 ila 1167 arasında Moğolistan'ın Burhan Haldun'un dağları arasında, Onon ve Herlen ırmakları yakınında doğmuştur. Efsaneye göre, Temuçin elini sıkarak bir kan pıhtısı yaratmış, bu da O'nun büyük işler yapacağının kaderinde olduğunu göstermiştir. Moğol Devleti'nin son hükümdarı Kutala'nın yeğeni,
Borjigin'in lideri Yeşügey'in büyük oğludur, Annesi Helin (Hoelun), Olkunut (Olkhunu) kabilesindendi. Merkezi Asya'da yaşayan tüm Türk ve Moğollar gibi göçebe hayatı yaşıyorlardı.

Temuçin babası tarafından Kabul Han, Ambagai ve Kutula Han'ın akrabasıydı. Bulundukları Moğol Devleti, Çin Hanedanlığı altındaydı ve Tatarları desteklemeleriyle 1161'da Kabul Han yokedildi. Babası Yeşügey dağılan Moğol kabilerin başına geçmiş, ancak Tayiçyut kabilesi ile rekabet yaşıyordu. 1161'den sonra Tatarlar çok güçlenince, Çin desteğini Tatarlardan Keraitlere çevirdi.
Temuçin'in 3 erkek kardeşi Kasar, Kajun ve Temuçe'nin yanı sıra bir kız kardeşi Temulin vardı. Bunun yanı sıra, Behter ve Belgutei isimli iki üvey kardeşi vardı.
Cengiz Han'ın imparatoriçesi ve ilk karısı Börte'den 4 çocuğu oldu; Cuci (d. 1185 - 1226), Çağatay ( ? - 1241), Ögeday (? - 1241), Tuli (d. 1190 - ö. 1232). Cengiz Han'ın ayrıca bir çok diğer eşinden bir çok çocuğu oldu ama onlar yerini almaktan muaf tutuldular, kızlarının ise kaç kişi olduğuna değin bir bilgi yoktur. Cengiz Han'ın en büyük oğlu Cuci'nin babasının kim olduğuna değin hep sorular olmuş; ve Cengiz Han sonrasında da bu tartışmalar İmparatorlukta devam etmiştir. Temuçin ile Börte evlendikten sonra; Börte Merkitler tarafından kaçırılmış ve bir adamın karısı yapılmıştır. Kurtarıldıktan yaklaşık dokuz ay sonra da doğum yapmış; Cengizhan da emin olamadığı için oğluna Moğolca "konuk" manasına gelen Cuci ismini koymuştur. Yine de Cuci'ye her zaman öz oğlu gibi davranmıştır.
Geleneksel tarih kayıtlarına göre, Cuci'nin babasının kim olmadığı Çağatay tarafından tartışılmış ve ortaya koyulmuştur. Moğolistan'ın gizli tarihi'ne göre; Çağatay Harzemşahlar'a sefer öncesinde; Cuci'nin Cengiz Han'ın yerine geçmesini asla kabul edemeyeceğini söylemiş; bunun karşılığında ikisi de Cengiz Han'ın yerine geçememiş Ögeday kağan olmuş ve Cengiz Han öldükten sonra yeni imparator olmuştur. Yine de Cuci 1226'da babasından önce ölmüştür.
Efsanelere ve daha sonraki yazarlara göre, Temuçin'in çocukluğu oldukça zor geçti. Henüz 9 yaşınndayken, görücü usülü evliliğine göre babası Yeşügey, Temuçin'i eşi Börte'nin Onkırat kabilesinden olan ailesine verdi. Burada evlilik yaşı olan, 12 yaşına gelene kadar Deiseçen'e; evin reisine hizmet etti.
Evine dönerken babası tatarlar tarafından zehirlenmişti. Bunun sebebi de onlara karşı yaptığı seferler ve saldırılardı. Bu sayede Temuçin kabilenin reisi olmuştu, ancak kabilenin üyeleri küçük bir çocuğun liderliğini kabul etmediler ve Temuçin'i ve ailesini terkettiler.
Devam eden yıllarda, Temuçin ve ailesi doğada göçebe hayatı yaşadı. Ağaçlardaki meyvalardan ve doğadaki hayvanları avlayarak yaşıyorlardı. Bir seferinde de, Temuçin üvey kardeşi Bekter'i avladıkları hayvanı bölüşürken anlaşamadığı için öldürdü. Annesi karşı çıksa da, öldürmek üzerine hiç bir zaman pişmanlık göstermedi. Bu olay ayrıca o'nu ailenin reisi yapmıştı. 1182'deki başka bir olayda da, eski kabilesi tarafından saldırıya uğramış ve esir düşmüştü. Tayiçyutlara esir düştüğünde, gelecekte generallerinden biri olacak Çilayun'un yardımı ile kaçtı. Annesi Helin Temuçin'e hayatta kalabilmesi için bir çok ders verdi. Moğolistan'ın politikasından, diğer kabilelerle ittifak kurmaya, ve zor tabiat koşullarına kadar. Bu gelecekte Temuçin'in anlayışını da bir şekle sokar. Gelecekteki generallerinden Cebe Noyan ve Borçu da bu dönemde Temuçin'e katılırlar. Kardeşleriyle beraber, ilk gelişme ve diplomasi için insan gücünü temsil ettiler.
Temuçin Börte ile 16 yaşındayken evlilik düğünü yaptı. Daha sonra Merkit kabilesi tarafından kaçırıldı, Temuçin de Börte'yi o dönemdeki arkadaşı daha sonra da düşmanı olan Camuha'nın yardımıyla kurtardı. Börte hep tek imparatoriçeydi, ama Temuçin geleneklere uyarak morganatik eşleri oldu. Börte'nin ilk çocuğu Cuci, Merkit kabilesinden kaçırıldıktan 9 ay sonra doğdu; böylece de babasının kim olduğu hakkında hep soruları da beraberinde getirdi.
Temuçin Camuha ile kankardeş oldu, böylece birbirlerine sonsuza kadar bağlılık yemini ettiler.

İmparatorluğa Doğru
Orta Asya'nın birleşmesi
Bu dönemde Temuçin'in birleştirdiği Orta Asya'daki başlıca konfederasyonlar şunlardı:
  • Naymanlar
  • Merkitler
  • Uygurlar
  • Tatarlar
  • Moğollar
  • Keraitler
1100'lü yıllarda Moğolların başlıca rakipleri, batıda Naymanlar, kuzeyde Merkitler, güneyde Tangutlar, doğuda da Çin ve Tatarlardı. 1190'da Temuçin ve danışmanları sadece Moğol konfedarasyonunu birleşti. Mutlak hakimiyeti ve insanların kanunlarına uygulaması için bir anayasa da yazıldı, bunun ismi "Yasa" idi ve halk arasında "Yasak" olarak biliniyordu. Bu kelimeler Türkçe'de de aynı manaya gelmektedir ve bu kelimelerin kaynağı Cengiz Han'ın kanunlarıdır. Bu kanunlarda halkın ve savaşçıların saldırılardan pay alacağı da yazıyordu, ancak gizli bir yasa olduğu için tamamı bilinmiyordu ve hiç bir zaman bir kopyasını yaratmadı. Cengiz Han'ın oğlu Çağatay da bu kanunların uygulanmasından sorumluydu.
Bu yasanın kanunları oldukça ağırdı, ve hemen hemen herşeyin cezası ölümdü. Örnek olarak, eğer ki bir asker önündeki insandan düşen bir şeyi o kişiye vermezse öldürülüyordu. Bu kanunname'de geçenler tam olarak belli değildir.

Temuçin'den Cengiz Han'a
Temuçin'in yavaşça yükselişi; babasının kan kardeşi Tuğrul Han'ın yardımıyla gerçekleşti. Çin Hanedanı'nın Kerait Hanını Tuğrul olarak atamasından sonra, Temuçin'in Börte'yi kurtarışında yardımcı olan Tuğrul'un da vasalı olmuştu. Tuğrul Han 20000 Kerait savaşçısını Temuçin'in yardımına vermiş; Camuha da bu saldırı ardından kendi kabilesi olan Caciratları kurmuştu. Merkitlerle olan savaş sonrasında da çocukluk arkadaşları olan Temuçin ve Camuha da ayrı düştüler.
Tuğrul Han'ın oğlu Sengum; Temuçin'in büyüyen gücünü kıskanmış ve o'na suikast planı yapmıştı. Tuğrul Han da oğlunun önerisine izin vermiş ve Temuçin'in karşısına gizli de olsa geçmişti. Temuçin Sengum'un isteklerini öğrenince, O'nu ve yandaşlarını mağlup etti. Tuğrul Han ve Temuçin arasındaki uzaklaşma ise, Tuğrul Han'ın kızını Temuçin'in oğlu Cuci'ye vermek istememesiyle başladı. Bununla da beraber ayrı düşen Tuğrul Han ve Temuçin aralarında savaş doğdu. Tuğrul Camuha ile ittifak olarak Temuçin'e karşı geldiler. İttifakın kabilelerinden bir çok üyenin de Temuçin'in saflarında yer almasıyla; Tuğrul bozguna uğratıldı. Bu bozgun sonunda da Kerait kabilesi tamamen yokoldu.
Bir sonraki tehdit ise Naymanlardan geldi. Camuha savaş sonrası buraya kaçmış ve takipçileri ile beraber sığınmıştı. Naymanlar Temuçin'e karşı teslim olmadılar, ama yeteri kadar birlikleri Temuçin'i desteklemeyi tercih ettiler. 1201'de Kurultay Camuha'yı Gür Han, kainatsal yönetici, olarak seçti. Camuha'nın bu hareketi Temuçin karşısındaki en son taşkınlığı oldu. Camuha Temuçin karşısındaki kabileler ile bir koalisyon kurup Temuçin'e karşı tekrar savaş açtı. Bu sorundan önce, yine de, bazı generalleri Camuha'dan ayrıldı; aralarında Temuçin'in generallerinden Cebe Noyan'ın tanınan kardeşi Sübüdey Noyan da vardı. Bir kaç muharebe sonrasında, Camuha'nun orduları tamamen yenildi ve Temuçin'e esir düştü.
Gizli Tarih'e göre, Temuçin Camuha'ya tekrar arkadaş olmalarını ve yanında olmasını teklif etti. Camuha bunu redetti ve onurlu bir ölüm (kansız, boynu kırılarak) istediğini iletti. Naymanlarla olan Merkit kabileleri de Sübüdey Noyan tarafından bozguna uğratıldı ve tamamı öldürüldü. Sübüdey daha sonda da Cengiz Han'ın en büyük kumandanlarından biri oldu. Naymanların yenilmesi Cengiz Han'ı Moğolistan'daki tek hükümdar yaptı. Tüm konfederasyonlar birleşerek Moğollar oldular.
1206'da, Temuçin Merkitleri, Naymanları, Moğolları, Uygurları, Keraitleri, Tatarları ve diğer küçük kabileleri liderliği, arzusu ve isteğiyle birleştirdi. Bu uzun süredir Çin imparatorluklarına karşı birleşemeyen Moğolları birleştirmiş, ve tarihi bir an olmuştur. Kurultay'ın tekrar toplanmasıyla, Temuçin Cengiz Han ismini aldı. Cengiz Han öldükten sonraya kadar Kağan ünvanını alamasa da; oğlu Ögeday bu ünvanı alınca babasına verdi. Bu birleşme ile Cengiz Han uzun süredir aralarında savaşan kabileler arasında bir barış sağlamış olsa da, Moğol İmparatorluğu'nun Dünya ile olan savaşı ömrünün son gününe kadar devam etti. Birleşmenin olduğu dönemde; Moğolistan'da 200,000 kişi yaşarken, bunlardan 70,000'i asker idi.

Moğol İmparatorluğu'nun Kuruluşu ve Savaşları
1206 yılında Moğol kabilelerinin birleşmesiyle kurulan Moğol İmparatorluğu Cengiz Han'ın önderliğinde seferlere dayalı bir savaş ve ekonomi politikası izledi. İlk defa Naymanlarda mühür ve yazı kullanıldığını görünce, Nayman hizmetindeki Uygur mühürdarlarını da hizmetine aldı. Akabinde, Uygur yazısı tüm Moğol İmparatorluğu'nda kullanılmaya başlandı. İlk yıllarda Moğol İmparatorluğu'nun devlet işleyişinin belli bir düzene geçmiştir.
Hint Tangutları himayesine alan Cengiz Han, daha sonra Kuzey Çin'deki Kin devletine savaş açarak Pekin'i 1211 yılında kuşattı. Kin hükümdarı barış için Çinli prenseslerden birini Cengiz Han ile evlendirse de, barış uzun sürmedi. 1215'de oldukça kanlı geçen bir savaş sonrasında Çin'i himayesi altına aldı.
Harzemşah Mehmed, Cengiz Han'ın Çin'i ele geçirdiğinden emin olmak için Seyyid Bahaüddin-i Razi yönetiminde bir heyet gönderdi. Gelen heyetle barış görüşmeleri yapan Cengiz Han, Mehmed'e elçilerini gönderdi. Anlaşma doğrultusunda hazırlanan Kervan, Harzemşahlar Devleti'nin Otrar şehrinde 1218 yılında hücuma uğradı. Cengiz Han bunun üzerine Otrar valisi Kayır Han'ın teslim olmasını istedi. Mehmed, Cengiz Han'ın bu teklifini ileten elçilerini öldürerek Harzemşahlar Devleti'nin de sonunu hazırladı.
Cengiz Han öncelikle yol üzerindeki naymanlı Güçlük Han'ı ortadan kaldırmak için; Cebe Noyan komutundasında bir ordu gönderdi. Güçlük Han korkarak Kaşgar'a kaçtı ancak Sarı Göl yakınlarında yakalanarak öldürüldü.
Hazermşah Mehmed de korkuya kapılıp kalelerini korumaya alıp, dağlık bir bölgeye çekildi. Cengiz Han bazı kaynaklara göre kolaylıkla, başka bir bakış açısına göre de barbarca tüm şehir ve kaleleri ele geçirdi. 1220 yılında Otrar'daki kuşatma uzun sürünce, oğulları Ögeday ve Çağatay kontrolündeki orduları bırada bıraktı ve Buhara'ya geçti. Yolunun üzerindeki Zernuk kalesi de teslim oldu ve bu şehire Gu-Balık ismini koydu.
Tekrar yol üzerindeki Nur şehri de Cengiz Han'ın korkusuyla teslim oldu. Akabinde 1220'de Buhara'yı kuşattı. Şehrin garzinonun Horasan'a çekilmesiyle, 12'inci gününde şehir Cengiz Han'ın oldu. Aradan 5 ay geçtikten sonra da Otrar şehri teslim oldu. Cengiz Han'ın elçilerini öldürten Otrar valisi de, ağzına eritilmiş gümüş dökülerek öldürüldü.
Cengiz Han'ın yolculuğu Semerkant'da da devam etti. Burada Göksaray şehrini kuşatmasının ardından şehir teslim oldu. Cengiz Han'ın generalleri de Siriderya'daki Sığnak, Cend, Barçınlığkent'i ele geçirdi.
Hazermşah Mehmed kaçışına devam ederken, peşinden yetenekli generallerinden Cebe Noyan ve Sübüdey Noyan'ı gönderdi. 30 bin kişilik bu ordu Irak'a kadar kovaladı. Cengiz Han oğlu Çağatay'ın kumandasındaki orduyu da Hazermşahlar Devleti'nin merkezi Ürgenç'e gönderdi. Daha sonra da büyük oğlu Cuci'yi buraya gönderdi. 6 ay kuşatmadan sonra, şehir tamamen yokedildi. Böylece de Harizm, Maveraünnehir, Horasan ve bütün doğu İslam ülkeleri de Cengiz Han'ın imparatorluğunun bir parçası oldu.
Cengiz Han'ın savaşlarına değin bir çok değişik bakış açısı vardır. Türk olmayan devletler dışındaki İran, Irak, Afganistan ve Pakistan gibi ülkeler hala Cengiz Han'ı bir barbar ve soykırımcı olarak görmektedirler. [1] Ancak Türkler müslümanların da Cengiz Han'a destek olduğunu iletir, ve köklerinin dayandığı Moğollara ve Cengiz Han'a büyük saygı duyarlar. Batı dünyası ise, Cengiz Han'ı "türk-moğolu" diye tanımlar, ve barbar olarak nitelendirir.


Moğol İmparatorluğu'nun Yönetiminin Öğeday'a Verilmesi


Öğeday Han

Moğol geleneklerine göre Cengiz Han hayattayken topraklarını oğulları arasında pay etti. Yerine Cuci ve Çağatay arasındaki tartışma yüzünden ikisini de uygun görmezken, Öğeday bu göreve layık oldu. Cuci avcıbaşı, Çağatay örf ve hukuk uygulayıcısı, Tuli de savaş bakanı oldu.
Cuci'nin arası Tuli ile de açılmıştı, ancak batı ülkelerin fethinde önemli rol oynadı. Cuci bilinen tüm yerleşik batı ülkelerini ele geçirdikten sonra Moğolistan'a dönmedi. Ancak aradaki mesafe oldukça uzundu ve bir haber alınamıyordu. Bunu bir kopma olarak Cengiz Han ordularını hazırlarken oğlu Cuci'nin ölüm haberini aldı.


Cengiz Han öldüğünde Moğol İmparatorluğu

1223 ve 1224 yıllarını Kulan-Başın ve İrtiş'de geçiren Cengiz Han; 1225'de Hsia devletine karşı sefere çıktı. Hsia merkezinin teslim olmadan iki gün önce günümüz Kansu'sunda Tangut seferi sırasında hastalanarak 1227 yılının 18 Ağustos'unda öldü.

Moğol geleneği uyarınca mezarı gizli tutulsa da, cesedi Onon ve Kerulen kaynakları yakınında, Burhan-Haldun dağları arasında bir yere gömüldü. Ondan sonra gelenler de buraya gömüldü ve heykelleri dikildi.
Genelde bilinenin aksine, Cengiz Han Moğol İmparatorluğu'nun tamamını ele geçirmemiştir. Döneminde Hazar Denizi'nden Japon Denizi'ne kadar ilerlemiştir. İmparatorluğun genişlemesi 1227 yılından sonra Öğeday'ın yönetiminde olmuştur. Moğol orduları İran'ın tamamını, Çin'in tamamını da 1279 yılında ele geçirmiştir. 1230'lu yılların sonunda, Cuci'nin oğlu Batu Han Avrupa'ya sefere çıkmış; Rusya'yı ele geçirmiş ve Orta Avrupa'ya kadar ilerlemiştir. Sübüdey Noyan'ın da desteğiyle o dönemdeki en güçlü Avrupa ordusu olan Polonyalı, Alman ve Macar ordularını 2 gün içinde bozguna uğratmış; Avrupa'nın da orduya bakış açısını değiştirmiştir.
Tuli'nin oğlu Hülagû Han Orta Doğu'da günümüz Filistin topraklarına kadar ulaşmış, Abbasi Halife'sini ise öldürmesi günümüzde bile Iraklıların Moğolları hala sevmemesine neden olmuştur.
 
 
Cengiz Han'dan Sonrası


Cengiz, ölümünden önce, üçüncü oğlu Ögedey'in (Oktay) hükümdar olmasını tavsiye etmişti. Ögedey, 1228'de toplanan Kurultay'da bu emre uyularak han seçildi ve kardeşi Çağatay tarafından tahta oturtuldu. Ögedey zamanında Kore ilhak olundu, kuzey Çin tamamiyle imparatorluğa bağlandı ve 1237-1241 yıllarında cereyan eden batı seferi Rusya ve bütün doğu Avrupa istilâ edildi.

Ögedey'in ölümünden sonra devlet yeni bir han seçilinceye kadar onun eşi Töregene tarafından idare edilmiştir. Töregene, 1246 Kurultayında Batu'nun muhalefetine rağmen oğlu Güyük'ün han seçilmesini temin etti. Bu hareket, batı ordularının muzaffer kumandanı ve Coçi'nin oğlu Batu ile Güyük arasında silahlı bir çatışmaya sebep olmak üzere iken, Güyük'ün ölümü ile (1248) ortalık yatışmış ve onun eşi Ogul Gaymış'ın üç yıl naib olarak devleti idaresinden sonra (1248-1251), hükümdarlık Cengiz'in küçük oğlu Toluy'un nesline geçmiştir. Toluy'un oğlu Müngge (Möngke, Mengü)nin han seçilmesi (1251/52) tarafları tatmin etmiş ve çatışmayı önlemiştir.

Müngge, Cengiz tarafından başlatılarak Ögedey zamanında kısmen takip edilen işlere devamla bunları tamamlamak istiyordu. Bu maksatla biri güney Çin, diğeri de Orta Doğu olmak üzere iki yönden büyük ordular sevkederek plânın tatbikine girişmiştir. Çin'deki orduların başında büyük kardeşi Hubilay (Kubilay), Orta Doğu'ya yollanan kuvvetlerin başında küçük kardeşi Hülagu bulunuyordu.


Eski geleneğe göre devlet sülâlenin malı sayıldığından, Cengiz daha hayatta iken türlü bölgeleri oğulları arasında taksim ederek bundan faydalanma hakkı tanımıştı. Buna göre büyük oğlu Coçi (Cuçi, Cuci) kuzey-batı, yani Kıpçak ülkesini, Çağatay Türkistan'ı, Ögedey doğu bölgelerini almış, küçük oğlu Toluy da, baba ocağını devam ettirmek üzere esas yurtta kalmıştı. Kağanlık kuvvetli bulundukça Cengiz'in oğulları merkeze sadakatle bağlı kalarak kendi ülkelerini birer vali gibi idare etmişlerdir.


Fakat merkez zayfıladıkça imparatorluğun parçaları, geopolitik ve kültür merkezlerinin durumuna göre: 1) Hubilay (Kubilay) ile başlamış olan Çin Yüan sülâlesi (merkezî Moğolistan da buna bağlı idi), 2) Çağatay oğullarının idaresinde bulunan Türkistan, 3) Cuçi (Çoçi) oğullarının elinde Altın Ordu ve Hülagu ailesinin elinde bulunan İlhanlılar olmak üzere 4 kısma ayrılmıştır.



Cengiz Han Kronolojisi



1200

Gelecekte Moğollara Han Olacak İlk Kişi
Moğolistan'ın 1160'larda doğan Temuçin adlı büyük savaşçı kralı, kabile reisi babasının ölümüyle henüz dokuz yaşındayken yetişkinliğe adım attı. Henüz ergenlik çağındayken dağınık Moğol savaşçılarının bağlılığını kazanmaya başladı ve komşu göçebe kabilelere karşı yaptığı cesur akınlarla ünlendi. Böylece kendisine 'Han' denmesi için gerekli olan desteği Moğollar arasından kazandı. 1200'de rakip kabileler bölgesinde kendi yönetimini oldukça sağlamlaştırdı.
1206
Timuçin Büyük Kağan Seçildi
Kurultayda ya da büyük toplantıda, 1206'da Timuçin (Cengiz Han), Orta Asya'nın bütün çöl ve steplerindeki bütün Türk-Moğol insanlarının üzerinde güçlü hükümdar, ya da 'Okyanussal Hükümdar' ilan edildi. Cengiz göçebe gruplardan yavaş yavaş güçlü bir ordu kurdu. Etrafındaki en sadık destekleyicilerle, ki bunlar onun en güçlü generalleri olacaklardı, Cengiz güçlerini sadakat yemini etmiş kabile reisleri kumandası altında birimlere ayırdı. Karizmatik yeni liderin seferber etmesiyle ordusu, çevresindeki dünyayı istila edebilecek kapasitedeki bir savaş makinası gibi ağır ağır ilerletildi.

1209-1218

Öncü Zaferler
1209'da Cengiz, Çin'in kuzeybatı sınırındaki Xi Xia'nın Tangut Krallığı'nı kolayca yenilgiye uğratarak köle yaptı. 1211'de Kuzey Çin'in Çin Hükümdarlığı'nı yok etmek için bir sefere başladı. 1215'te başkent Zhongdu'yu aldı. 1218'de Kara Kıtay imparatorluğu batıda Moğol yönetimine teslim oldu.

1221

Moğollara Karşı Müslüman Direnişi
1218'de Cengiz tarafından yollanan tacir kervanı, Harezm sınırında kılıçtan geçirildi. Müslüman şahı, Moğolların barış elçisini öldürünce kendini, insanları, ve ülkesini tarihin en kanlı soykırımlarına mahkûm etti. Moğol ordusunun Semerkant, Herat ve Merv şehirlerini kapsayan yok etme girişimi 1219'da Ulrar ve Buhara'da başladı. Şehir halkının direnmesi sonucunda geniş kitleler kılıçtan geçirildi. Buna karşın, önemli yetenekleri olan sanatkarlar, Moğol topraklarına Cengiz'e Moğol uygarlığını kurmakta yardım için götürüldüler.

1226

Tangut Şehri Baskını
Tüm Batı Türkistan onun kontrolü altındayken Cengiz, batıdaki Moğol yürüyüşü için asker vermeyi reddeden Xi Xia krallığına gazabını yineledi. Vahşice savaşta Tangut yöneticileri ve ileri gelenlerinin yanı sıra tüm vatandaşları kılıçtan geçirildi. Kurucuları Tibet ırkından olan Xi Xia Eyaletinin bozgunu sonunda, eyalet hemen hemen ortadan kalktı. Saldırının sonuna yakın başşehir Ningxia'da, hasta olan Cengiz, 1227'nin 18 Ağustos'unda öldü.


Kubilay ve Çin'de Yüan Sülâlesi



Büyük Kağan Kubilay'ın, devlet merkezini Karakurum'dan Pekin'e nakletmesi ve asıl Moğol bölgesinin de bu merkeze bağlanması ile, Türk ve Moğol milletleri arasındaki münasebete bir set çekilmiş ve bunlar arasında uzun zamandan beri devam edegelen bağların her cihetten gevşemesine veyahut tamamen kesilmesine sebep olmuştur. Bu tarihten itibaren bu iki millet arasında meydana gelen temaslar, her yerde ve devirde milletler arasında görülen tabiî hudutları aşmamış, ve gerek etnik ve gerekse kültür bakımından, esaslı bir tesire yol açmamıştır.


Cengiz İmparatorluğu merkezinin zayıflaması neticesinde vücuda gelen parçalardan, merkezi Pekin olan doğu kısmının tarihi, Çin milletinin tarihi ile karışmış, batı kısım ise daha Moğol imparatorluğunun kurulmasından evvel gördüğümüz Türk merkezleri etrafında, bunun tarihî cereyanına katılmıştır.


Cengiz imparatorluğu, büyük kağanlardan Çinggis (Cengiz, 1206-1227), Ögedey (Oktay, 1227/1241), Güyük (1246-1248), Müngge (Möngke, Mengü, 1251/52-1259) ve kısmen Hubilay (Kubilay, 1264-1294) devirlerinde, kuvvetli bir merkeze bağlanmak suretiyle, birliğini muhafaza etmiştir. Müngge (Mönke, Mengü) Kağan ölürken, kendisine halef olarak küçük kardeşi Arık Buğa'yı seçmişti. O esnada Çin'deki orduların başında bulunan Kubilây, Şang-tu'da ordudaki beylerden oluşan bir kurultay yaparak kendisini kağan seçtirdi. Payitaht olarak Pekin'i seçti.


Karakurum'da bulunan Arık Buğa, geleneğe muhalif hareket eden bu kurultayı tanımadı. İmparatorluğun diğer tarafları da bu hususta Arık Buğa taraftarı oldular. Fakat Kubilây, Arık Buğa'yı yenerek, davayı kendi lehine halletti. Kubilây uzun mücadelelerden sonra Güney Çin'i de kendi hâkimiyeti altına almağa muvaffak oldu ve sülâlesi, Yüan ismi ile, Çin tarihinde parlak bir devir yarattı. Kubilây büyük kağan sıfatiyle imparatorluğun diğer kısımlarını da kendine tabi saymakta devam etmiş ve İran İlhanlıları uzun bir müddet bu metbuiyeti bilfiil kabul etmişlerdir. Fakat sülâlenin gittikçe Çinlileşerek imparatorluğun başı olmaktan ziyade, Çin hükümdarları şekline girmesi, diğer mıntıkalar üzerindeki tesirini azaltmış ve bir müddet sonra, devletin diğer kısımları ile olan nazarî bağlılığı da sona ermiştir.



Çağatay Sülâlesi ve Türkistan



Cengiz İmparatorluğu'nun Çağatay ismi ile anılan Türkistan kısmında ayrı bir sülâlenin teşekkülü, Çağatay'ın ölümünden sonra olmuştur. Cengiz zamanında bu saha resmen Çağatay'a verilmiş olmakla beraber, hiçbir zaman Çağatay tarafından müstakil bir surette idare edilmemiştir. Bu bölgedeki eski Türk sülâleleri yerlerinde bırakılmış olduğu gibi, sonradan bu il içinde gördüğümüz Maveraünnehir'de, Hucent'te oturan Mahmâd Yalavaç ve sonra oğlu Mesut Bey tarafından büyük kağan namına idare edilmiştir. Burasının Cengiz ailesinden ilk hanı Kara Hülagu olup (1242-1247).


Kağan Güyük ona halef olarak Çağatay'ın oğlu Yisü Mengü'yü tayin etmişti. İmparatorluğun parçalanması ile neticelenen mücadeleden sonra, Çağatay'ın torunu Algu, Doğu ve Batı Türkistan'a, ayrıca Harezm ülkesinin bir kısmı ile Afganistan'ı da ilâve ederek, Çağatay oğulları tarafından idare edilen bir birlik vücuda getirmiştir. Algu'nun vefatından sonra (1266), hâkimiyet Ögedey ailesinden Kaydu'ya ve sonra bunun oğlu Çapar'a geçmişse de sonradan tekrar oğullarından Duva elinde kalmıştır (1291-1306).


İmparatorluğun parçalanmasına götüren iç savaşlar, bilhassa Türkistan'ın iktisadî vaziyetini sarsmış olduğundan, idarede devamlı bir istikrar temin edilememiştir. Duva'nın bilhassa iktisadî vaziyeti düzeltmek için Cengiz oğulları arasında umumî bir sulh yapma teşebbüsü de sonuçsuz kalmıştır. Tarma Şirin tahta geçince (1326-1333) İslâmiyeti kabul etmiş ve bu suretle Maveraünnehir'in diğer İslâm memleketleri ile olan iktisadî münasebetleri kuvvetlenmişse de, diğer taraftan Cengiz yasasını bozduğundan, şark kısmındaki kabilelerin ayaklanmasına sebep olmuştur.


Birkaç defa yer değiştiren idare merkezi, Kazan (ölm. 1346) zamanında tekrar yer değiştirerek, Maveraünnehir'de Karşı şehrine nakledilmiş ve bundan sonra idarede İslâm tesiri artık katîleşmiştir. 1346-47 yıllarından başlayarak, hanlar ile askerî kumandanlar arasında alevlenen mücadele neticesinde, merkezin kuvveti büsbütün zayıflamış ve idare, başta resmen Cengiz ailesine mensup bir han bulunmakla beraber, bunları istedikleri gibi kullanan kumandanlar elinde kalmış ve bu vaziyet pek az değişikliklerle Timur zamanına kadar devam etmiştir.




Hülagu ve İlhanlılar



Büyük kağan Müngge (Mengü) 1253'te, kardeşi Hülagu kumandasında büyük bir orduyu İran'a göndermişti. Hülagu, 1256'da Amu Derya'yı geçti ve hâkimiyetini kabul ettirmek üzere, İran ve Kafkasya'daki küçük yerli beyleri kabul etti. Bu sonuncular arasında, vaktiyle büyük kuvvet ve nüfuza malik olan İsmailîler'in reisi Rüknettin de vardı. Rüknettin tabiler arasında kabul edilmediği için, Alamut kalesine kaçarak, muhalefet göstermek istemişse de muvaffak olamamış ve kısa bir zamanda gerek kendi ve gerek İran'daki bütün taraftarları ortadan kaldırılmıştır.


Hülagu, bülük kağanın vassali sıfatiyle, burada büyük bir devlet kurmayı tasarlamıştı. İran'ın zaptı tamamlandıktan sonra 1258 başlarında Bağdat'ı ele geçirdi. Hülagu'yu tanımakta gecikmiş olduğu gibi, ona karşı koymak için bir kuvvete de sahip bulunmayan halife Müstasım, aile efradı ile öldürülmüştür. Halife ailesinden ancak bazı kimseler Mısır'a kaçarak ölümden kurtulabilmişlerdir. Bunlardan iki kişi 1260 ve 1261'de, Sultan Baybars tarafından arka arkaya halife ilan edilmiş ve bu aile, Mısır'ın Osmanlılar tarafından zaptına kadar, burada sözde halifelik etmiştir.


Bağdat'ın zaptından sonra, Suriye Beylikleri de Hülagu himayesine girmişler; Mısır'daki Türk kuvvetleri ise, Hülagu'nun, tâbi olmaları hakkındaki talebine, Filistin'e hücum ile cevap vererek, 1260'ta Nabulus yanında, Ayni Calût'ta Hülagu'nun ordusunu büyük bir hezimete uğratmışlardır. Hüagu'nun halefleri, Türkistan ve Altın Ordu ile de mücadelelerde bulundukları gibi, Mısır Türk devletine karşı Avrupa devletleriyle de birleşmeğe çalışmışlardır.


İslâmiyeti kabul eden Ahmed (1282-1284) zamanında, İlhanlılar'ın asıl kuvvetleri arasında da İslâmiyet yayılmağa başlamış ve müslümanların yardımı ile tahta geçen ve İslâmiyeti kabul ederek Mehmet ismini alan Gazan Han (1295-1304) zamanında, İlhanlılar'ın geri kalan kısmı da müslüman olmuştur. İlhanlılar teşkilâtı uzun sürmemiş, Ebu Said Bahadır Han (1316-1335) devrinden itibaren başlayan ihtiras kavgaları, onun ölümünden sonra daha çok büyüyerek, devletin temelini sarsmıştır. Memleketteki kuvvet, Azerbaycan'da Emir Çoban Oğulları ve Bağdat'ta kurucusu Şeyh Hasan olmak üzere başlıca iki ailenin eline geçmiştir. Merkezin zayıflaması, eskiden mevcud bir çok yerli beylerin istiklâllerini kazanmalarına yol açmıştır.




Cuçi ve Altın Ordu



Türk tarihinde sonraları Altın Ordu ismiyle tanınmış olan devlet, evvelce Cengiz'in büyük oğlu Cuçi (Cuci)'ye verilmişti. Cengiz öldüğü zaman, Cuçi ülkesi Harezm ile Hazer denizinin güney sahilindeki İran eyaletleri de dahil olmak üzere, İrtiş'in batı tarafındaki bütün bölgeleri içine almakta idi. Cuçi babasından altı ay önce vefat etmiş olduğundan, Cengiz onun yerine Cuçi'nin ikinci oğlu Batu'yu tâyin etmiştir.

İmparatorluğun türlü kısımları daha Cengiz Han'ın sağlığında çocukları arasında taksim edilmiş olduğu gibi, oğulları da bu geleneği uyarak, kendi ülkelerini çocukları arasında taksim etmişlerdir. Böylece Coçi'nin büyük oğlu Orda, ülkenin doğu kısmına (Ak Orda); Batu, asıl Kıpçak sahasına (Gök Orda); Tok Timur, İdil nehrinin orta ve kuzey bölgesinde; Şiban, Ural'dan başlayarak Güney Sibirya ve civar bölgelere v.b. sahip olmuşlardır.

Altın Ordu kuvvetli bir merkeze sahip olduğu müddetçe bunların hepsi de Batu ailesinin hâkimiyetini tanımış ve daha ziyade devletin türlü kısımlarında, hâkimiyetleri babadan oğula geçen birer vali vaziyetinde bulunmuşlardır. Fakat merkezin zayıflaması ve bilhassa Batu sülâlesinin kesilmesi ile başlayan mücadelelerde bunlar yalnız büyük birer etken olmuşlardır.




Harezmşah Kutbeddin Mehmed'in tedbirsiz hareketi ve Cengiz garafından gönderilen elçilerin Otrar valisi tarafından öldürülmesi (1218), Cengiz'in batı seferini çabuklaştırmış ve yukarıda anlatıldığı gibi üç koldan ilerleyen kuvvetlerin birleşmesiyle meydana gelen büyük ordunun başında ilerleyen Cengiz Han Harezmşahlar'ı yenerek Buhara ve Semerkand'ı tahrip etmiştir (1219-1220).


Kutbeddin Mehmed'in oğlu Toluy güney-batıdan ilerleyerek Merv'i almış (1221), Tebriz ve Tiflis üzerinden Kafkasya'yı geçerek Kiyev civarında Dnepr'e varmıştır (1222). İran'ın zaptı tamamlandıktan sonra (1222-1224) güney orduları Anadolu'nun içerisine kadar sokulmuşlardı. Cengiz kendisi Hindukuş'u aşarak (1221) İndus civarında Harezmliler'in arta kalan ordularını dağıttıktan sonra Lahor'a kadar Pencap'ı istilâ etmiştir (1222). Fakat güney Çin'deki karışıklıklar yüzünden geri dönmek mecburiyetinde kalmış ve Tangut seferi esnasında attan düşerek yaralanan Cengiz Han (1226), 1227 yılında ölmüştür.



Cengiz İmparatorluğu'nun Tarihi Önemi



Cengiz imparatorluğunun, kısa bir müddet için dahi olsa, bozkır ve civar memleketlerdeki kargaşalıkları ortadan kaldırmak suretiyle, kıtalar arasındaki münasebetler ve bunun sayesinde, eski ticaret yolları tekrar emniyet altına alınarak, gerek maddî ve gerek manevî kültür malzemelerinin o devirde dünyanın bir ucundan öbür ucuna naklini kolaylaştırmış olmasiyle, beşeriyet tarihinde büyük bir rol oynamış olduğunda şüphe yoktur.

Fakat bunun en büyük tesiri Türk sahasında, Türk milleti üzerinde olmuştur. Cengiz'den önceki bu devirler ve Türk sahasının münferit bölgelerinin tarihi bakımından, bu tesirin olumlu veya olumsuz olarak yorum veya izahına imkân olmakla beraber, Türk sahası ve milletinin bu devirden sonraki kaderi cephesinden, bunun umumî olarak çok mühim ve olumlu bir vazife gördüğü inkâr edilemez.

Cengiz ve onun halefleri hâkimiyet peşinde koşarken, belki kendileri de bunun neticelerini düşünmeden, Türkler'in o devirde de en mühim kuvvetini teşkil eden bozkır kavimlerini nizama koyarak, bunları eski devirlerde olduğu gibi, bir kuvvet rezervuarı haline getirmişler ve bunların yardımı ile Türk sahasını tek bir merkez etrafında birleştirmekle, Türk kavimlerinin birbirleriyle kaynaşmalarını temin etmişlerdir. Bu kuvvetli ve taze yeni Türk dalgaları, bilhassa hudutlarında, münferit Türk zümrelerinin komşularının tesiri altında, ayrı birer etnik birlikler teşkil etmelerine mâni oldukları gibi yabancı zümrelerin tesirleri altında birbirinden farklı kültürler vücuda getirmelerini de önlemişlerdir.


Cengiz ve haleflerinin işgal ettikleri yerlerde bir çok kültür merkezlerinin yıkıldığını ve birçoklarının da yer değiştirdiğini bildiğimiz gibi, bunların yerine yenilerinin de vücuda geldiğini görüyoruz. Bu yıkma ve kurma hadisesinde Türkler'in kayıp ve kazançları ayrıca tetkike değer bir meseledir ve bunun herhalde, bir millet olarak, Türkler'in aleyhinde olmadığı da görülecektir. Bu devirden, Türkler'in İslâm çerçevesi içinde bir tek kültür camiası olarak çıkmış olmaları da, milli bünye bakımından mühim bir kazanç teşkil eder. Hudud boylarında gördüğümüz Türk zümrelerinin geri kuvvetler ile birleşerek kuvvetlenmiş olmaları da, bu mıntıkaların hususî vaziyetleri göz önünde tutulursa, Türk tarihi için ehemmiyetsiz bir hâdise sayılmaz.


Cengiz imparatorluğu parçalanarak, münferit mıntıkaların istiklâllerini ilân etmeleri, Türk sahasını, iktisadî bakımdan daratmış olduğu gibi, aralarında vukua gelen mücadeleler de Türk kanının lüzumsuz yere harcanmasına sebep olmuş ve resmen dahi devam eden haricî birlik de Timur zamanında büsbütün ortadan kaldırılmıştır. Türk sahasının hudutlarındaki teşekküllerin hiçbirinin Türkler'in kuvvet kaynağı olan bozkırları tamamıyla kendi tarafına celbedememiş olmasına yol açmış ve bunu daimî kargaşalık haline getirmiştir.


Yeni bir birliğe doğru lâzım olan esasların kısmen hazırlanmış olmasına rağmen, Timur'un halefleri arasında bu kumandanın başladığı işi devam ettirebilecek şahsiyet çıkmamıştır. Bu birbirinden ayrı mıntakaların zayıflayarak yeni bir Türk kuvvetini kabul etmeğe hazır bulunduğu bir anda en kuvvetli devrini yaşayan Anadolu Türk zümresi de, önündeki işi başarmakta kendi kuvveti kâfi geldiği için, diğer Türk kuvvetlerinin birleştirilmesinde kendisi için bir menfaat görmemiş, böylece Türk sahasının bir idare altında toplanmasına imkân bulunamamıştır. Daha sonra maddî kuvvetten ziyade manevi kuvvetin rol oynamağa başladığı devirde, artık Türk sahasının en mühim mıntıkaları düşmanların pençesi altına girmiş bulunuyordu.




Türk -Moğol İmparatorluğu Devrinde Sosyal ve Askerî Teşkilât



Hun ve diğer Türkler'le Cengiz ordularının gösterdikleri büyük başarıların bir taraftan eşine az rastlanan kahramanlık, deha mertebesindeki strateji ile vecd derecesine varan savaş azminde ve o devre göre tatbik etdilen teknik üstünlükte, diğer cihetten sivil teşkilâtla askerî teşkilâtı kaynaştırarak yürütmelerinde, sosyal nizamı aynı zamanda askerî bir nizam haline getirmelerinde aramak gerekir; yani onlarda aile, oba, boy, halk gibi sosyal teşekküller, aynı zamanda onluk, yüzlük, binlik ve tümen gibi askerî birlikleri de karşılıyordu ve bir savaş halinde bütün millet iç teşkilâtını bozmadan tek bir ordu gibi harekete geçebiliyordu.

Cengiz Han bu bakımlardan yeni bir şey ortaya koymuş olmayıp, bu bölgelerde eskiden beri mevcud olan hayat tarzını, büyük askerî harekâta uygun bir şekilde teşkilâtlandırarak bundan ustalıkla faydalanmasını bilmiştir.En küçük aile birliğine Moğolca'da yasun ("kemik") deniyordu. Bu yasun'a mensup olanlar akraba oldukları için birbirleriyle evlenmezler ve bir ebügün ("ced")den türediklerine inanırlardı.

Bir kaç yasun'un birleşmesiyle aymag ve obog'lar (=Türkçe oymak, oba, "soy, kabile, aşiret, boy" anlamında) meydana gelirdi. Obog'a mensup olanlar da birbirleriyle evlenmezler ve menşelerini müşterek bir cedde bağlarlardı: Obog'lar için kullanılan diğer bir tâbir de urug idi (= Türkçe uruğ, "akraba, kabile, boy, soy, nesil" anlamında). Başka başka obog (soy)lara mensup olanlar evlenince birbirlerine "kuda" derlerdi (Uygurcada kudaş, diğer lehçelerde kuda). Yasun ve urug dışındaki kimseler cad (=Türkçe cad, yat, "yabancı") sayılırdı.


Fakat savaşlar yalnız cadlara karşı yapılmaz, obog ve urug mensubu akrabalar arasında da çarpışmalar olurdu. Bu takdirde akrabalar yabancı sayılırdı. Bundan başka, bazan birbirine uzak obog (soy)lara mensup olan şahıslar da karşılıklı hediyeler alıp vermek suretiyle anda (kan kardeşi) olurlardı. Anda'lar birlikte yaşamazsa da yasun, aymag ve obog fertleri gibi birbirlerini desteklerlerdi.


Urug, yani akrabalar, bir obog'un yani boyun hâkim sınıfını teşkil ederlerdi. Bunların arasında da bir de bogol-bo'ol denilen köleler sınıfı vardı ki, bunlar diğer şark milletlerindeki kölelerden farklı olup, harp esirlerinden meydana gelen hizmetkârlardan ibaretti ve kendi boy özelliklerini muhafaza ederlerdi. Bogol'llar zamanla urug sayılarak akraba sınıfına girebiliyordu. Yararlık gösteren bogol (köle)ler, serbest bırakılınca, bunlara darhan (tarhan) denirdi.


Sonraları calagu (genç, delikanlı) tâbiri de "uşak" anlamında kullanılmıştır.

Nüfuz derecesine göre akrabalar arasında da kademeler bulunurdu. Yasun ve obog'lar, kabiliyet, cesaret ve beceriklilikleri ile temayüz etmiş olan şahıslar tarafından idare edilirlerdi ki, bunlara noyan ("bey, reis komutan") denirdi. Noyan'ların isbaşına gelişinde menşe ve nesil-nesep rol aynamazdı. Bunların vasıflarını belitmek üzere bagatur ("bahadır, cesur"), seçen ("bilge, akıllı"), mergen ("nişancı"), bökö, büke ("pehlivan") v.b. gibi tabirler de eklenirdi. Noyan'dan başka Çinceden alınan Taysı (prens) ve sengün (komutan), Türkçe'den gelen tigin (prens) buyrug (komutan)v.b. tabirler de kullanılırdı. Noyan, önceleri hem sivil, hem askerî âmirleri ifade ederken, sonraları umumiyetle "subay" anlamında kullanılmıştır.

Noyan'ların en yakın yardımcılarına nökör-nöker denirdi. Bu sözün menşei hakkında ihtilaf vardır. Barthold, bunun Farsçadan gelme bir söz olduğunu ifade etmişse de, Vladimirtsov, aksine Farsçadaki nöker sözünün Moğol menşeli olduğunu ileri sürmüştür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder